HERMES
Uslu akıllı çiftçiler, dinleyin söyleyeceklerimi,
Anlamak istiyorsanız nasıl yitirdik barışı,
Yıkın Pheidias'ın işlediği suçun
Meydana çıkmasıyla başlar:
Perikles başına aynı şey gelir diye korktu,
Biliyordu sizin ne kadar hırçın,
Isırıcı insanlar olduğunuzu.
Kendi yıkımını önlemek için tutuşturdu devleti.
Bir kıvılcım gibi attı ortaya Megara Fermanı'nı,
Öyle bir kasırga estirdi ki, dumandan
Dost düşman Helenlerin gözleri karardı.
Köyler dayandı direndi uzun zaman,
Ama bağ kütükleri tutuşup testiler kırılınca,
Kimse söndüremez oldu yangını.Barışta uçtu gitti.
Vergi veren şehirlerde sizi böyle kızgın
Birbirinize diş biler görünce , fırsat bu fırsat diye ,
Ellerinden geleni yaptılar vergi ödememek için.
Sparta kodamanlarını rüşvetle elde ettiler;
Onlarda kazanç düşkünü ve ikiyüzlü olduklarından ,
Barışı alçakça kovdular, sarıldılar savaşa.
Zenginlere kazanç, köylülere yıkım getirdi bu işler:
Filomuz öç almak için yedi bitirdi incirlerini
Bir sürü suçsuz, habersiz köylünün.
Tarlalarını bırakıp burada toplanınca işçi milleti
Anlamadı bir kez daha satılmış olduğunu.
Cibreleri yok, çok sevdikleri kuru incirleri yok diye
Gözlerinin içine bakıyorlardı nutuk çekenlerin.
Onlarsa biliyordu açlıktan kıvrandığınızı
Bitkin düşüp çıkar yol bulamayacağını;
Bu yüzden, ellerinde birer yaba,eşekler gibi anırıp
Kovuyorlardı durmadan ayağımıza gelen barış.
Ortaklarımızdan semizini, zenginini
Birasidas'tan yana olmakla suçluyorlardı.
Halk da aç, bitkin, miskin köpekler gibi
Saldırıyordu her önüne atılan iftira lokmasına.
Yabancılar tehlikeyi görüyor,
Altınla tıkıyorlardı bazı gammazların ağzını.
Onları zengin edip sizin haberiniz olmadan,
Çöle çeviriyordu Yunanistan'ı.
Bunlar hep o deri tüccarının marifetleri!
BARIŞ
ARİSTOFANES
Türkçesi : Azra ERHAT
KADIN
Bu aşağılık yaşam anlamak için o feminist toplantılara gitmem mi gerekiyor? İki köpek gibi çalışıyoruz. Bir çift laf etmeye vaktimiz yok. Kendimize ayıracağımız bir an bile.. Evlilik bu mu? Benim de sorunlarım olacağı hiç aklına gelmedi ki? Hiç bana sorar mısın? Yorgun musun? Yardım ister misin? Yemeği kim pişiriyor? Ben. Tabaklar kim yıkıyor? Ben. Alışverişi kim yapıyor? Ben. Ay sonuna para yetiştireyim diye akla karayı seçen kim? Ben de aynı zamanlarda çalışıyorum. Ben, ben ben...
Çoraplar kirleten sensin. Onları kim yıkıyor, peki? Benim çoraplarımı kaç kere yıkadın? Evlilik bu mu? Seninle konuşabilmeyi istiyorum. Benim sorunlarımın da olduğu hiç aklıma geldi mi? Tamam, senin sorunların benim demektir, ama benim sorunlarım da senin olmalı. Öyle seninkiler benim, benimkiler gene benim... Seninle konuşmak istiyorum... Ama işten döner dönmez uyumaya gidiyorsun... Akşam... Televizyon. Pazarları maç: 22 tane geri zekalının bir top peşinde koştuklarını görmeye... Aralarında bir geri zekalı daha var, ama o düdüklü ve ceketli... Luigi, çok kızar ve sanki anasına küfür edilmiş gibi, "Sen spordan ne anlarsın be..." Ne biçim cevap. Beni spor ilgilendirmiyor. Spor kimin umurunda. Onu hiç böyle görmemiştim. Deli gibi bağırıyordu. Ben bağırdım, o bağırdı, bir sürü küfürlü laftan sonra tartışmayı bitirdik.
Ben ciddi olarak dedim ki: "Yeter, eğer evlilik buysa ben büyük bir hata yapmışım." Hatamı aldım (Çocuğu alır) Kapıya geldim. Bu esnada anahtar elimdeydi. Eminim... Luigi yanıma geldi. Zavallı Luigi, yüzü kireç gibiydi.,. Böyle hüzünlü bir sahneyi ömrümde yaşamadım. Hiç şakam yoktu. O da anlamıştı. Beni içeri aldın "Haydi yapma böyle"... "Bırak beni"... "Önce konuşalım sonra istersen gidersin. Ama önce konuşalım. Diyalektik diye bir şey vardır, değil mi?"... Sonra beni diyalektiğe doğru çekti... (Yatağa ilerler) Beni oturttu. "Evet, haklısın," dedi. Ama annesinden böyle alışmıştı. Annesi gibi olmamı bekliyordu. Yanılmıştı. Değişmeliydi.,. yani kısaca "özeleştiri" yaptı. Ne hoştu, ne hoştu... Ben ağlamaya başladım. O özeleştiri yaptı, ben ağladım. Ben ağladım o özeleştiri yaptı. Ne güzel ağladım dün akşam... Peki anahtar? (Anımsar) Anahtar Luigi'de eminim. Benden o aldı. Ceketin cebinde... Ceket nerede? (Ceketin cebine bakar) İşte anahtar burada... Bu benimki, bu onunki... Saat kaç? Yediye on var. Hala vaktimiz var. (Bebeği alır) Annesinin bebeği, annesinin ceketi, annesinin çantası, annesinin abonman kartı... abonman kartı... Şunu bulmalıyım, otobüsün kalabalığından seni yere bırakıp da arayamam ya... İşte abonman kartı... altı delik mi? Altı delik gidiş, altı delik dönüş. Altı gidiş, altı dönüş mü? Kiril kullandı abonman kartımı?
Bugün günlerden ne? Pazar. Pazar! PAZAR!!! Sen de bana bir şey demiyorsun.. Pazar günü çalışmaya gitmeye kalkıyorum. Ben deliyim. (Çocuğu bırakır, ağır ağır dans eder) PAZAR. (Şarkı söyleyerek) Pazarları iş olmaz, geç saate kadar uyunur. Ne güzel pazar... Yatağa bebeğim, bebeğim... yatalım ve bütün günlerin pazar olduğu bir düş görelim... Dünyanın sonuna dek... sonsuz PAZAR... Bütün yaşamın pazar olduğu bir düş görelim... Haftanın diğer günleri yok artık... pazartesiyi astılar, perşembeyi kurşun1adılar, cumayı tutukladılar... hepsi öldü... Sadece pazar kaldı. Uykuya, uykuya... Eğer düşümde yeniden fabrikayı görürsem kendimi boğazlarım. (Bebek kolunda elbiseleriyle kendisini yatağa atar. Battaniyeyi başına kadar çeker)
Kadın Oyunları
Dario Fo
Türkçesi :Füsun Demirel
JACQUES
Ne yapayım efendim, dalkavuklara tahammülüm yok. Bakıyorum bütün yaptıkları, durmadan ekmeği, şarabı, odunu, tuzu muzu yoklaması; hep size yaranmak, gözünüze girmek için. Fena içerliyorum buna; hem bir duysanız neler söylüyorlar sizin için Allah'ın günü; ona da üzülüyorum. Neden derseniz, acıyorum size; istemeye istemeye acıyorum. Ne de olsa, atlarımdan sonra en sevdiğim sizsiniz.
Kim olduklarını söylesem kızarsınız, kızarsınız.küplere binersiniz.
Madem istiyorsunuz, söyleyeyim: Dört bir yandan düpedüz alay ediyorlar sizinle. Demedikleri kalmıyor sizin için. Millet siline dolamış, tefe koymuş sizi; ver yansın ediyorlar. Neler, neler anlatmıyorlar cimriliğiniz üstüne. Kimi diyor ki, siz özel takvimler bastırıp perhiz, oruç günlerini iki misline çıkarıyormuşsunuz; evinizde az yemek yensin diye. Kimi de diyor ki , bayram seyran günlerinde punduna getirip uşaklarınızla bir kavga çıkarıyormuşsunuz, kimseye beş para vermemek için. Güya komşunun kedisini bir koyun eti artığınızı yedi diye mahkemeye vermişsiniz. Bir gece de sizi kendi atlarınızın yulafını çalarken yakalamışlar; benden önceki arabacınız sizi karanlıkta bir temiz pataklamış, siz de sineye çekmişsiniz. Daha söyleyeyim mi? Nereye gitsek ağız dolusu veriştiriyorlar size. Dünya alemin maskarası olmuşsunuz. Nerede adınız geçse cimri, pinti, mendebur,tefeci, moruk diyorlar.
( Harpagon, bastonuyla Jaques'i dövmeye başlar)
Nasılmış! Ben demedim mi size? İnanmıyordunuz bana. Doğruyu söyleyince kızarsını demedim mi ben size?
CİMRİ
Moliere
Türkçesi : Sabahattin EYÜBOĞLU
LEAR
Esin rüzgarlar, esin! Yanaklarınız çatlayıncaya kadar üfürün! Kudurun! Esin! Seller, boşanın! Kuleleri, tepelerindeki fırıldaklara kadar sulara gömün! Düşünce hızıyla bir an içinde çakıp sönen kükürtlü ateşler, meşeleri yaran yıldırımın öncüleri, alazlayın şu ak saçlı başımı! Siz de ey gökler, kainatı saran o korkunç gürlemelerinizle yamyassı edin şu yuvarlak dünyayı! Tabiatın insan döken kalıplarını paramparça edin; nankör insan üreten tohumları silip süpürün!
(...)
Gökler, gürleyin var kuvvetinizle! Yağmurlar, akın! Yıldırımlar, saçın ateşinizi! Siz benim kızlarım değilsiniz ki! Ben sizi nankörlük ediyorsunuz diye yerebilir miyim? Koca bir ülkeyi vermedim ki size; "evlatlarım" demedim ki size! Bana hiçbir itaat borcunuz yok sizin! Onun için keyfinize bakın, neniz varsa yağdırın üzerime... Görüyorsunuz, kölenizim artık... Gücü kalmamış, adam yerine konmaz olmuş, zavallı, alil bir ihtiyarım. Ancak "o habis kızlarıma yardakçılık ediyorsunuz" demekten de kendimi alamıyorum. O melunlarla birlik oluyor, böyle yaşlı ve ağarmış bir başa göklerden savaş açıyorsunuz. Ayıp! Ayıp!
Kral Lear
William Shakespeare
Türkçesi : İrfan Şahinbaş
OTHELLO
Tanrı sınamak istediğinde beni,
Dert verip dermanımı keseydi,
Bin bir türlü sıkıntı, utanç yağdırsaydı
Göklerden şu çıplak kafama,
Boğazıma kadar beni gömseydi yoksulluğa,
Tutsak edip kırsaydı bütün umutlarımı,
Bir damla huzur bulabilirdim yine de
Ruhumun bir köşesinde.
Ama hayır, küçümseyen dünyanın
Durmadan beni gösteren parmağı
Değişmeyen bir alay konusu ediyor beni.
Buna da katlanabilirdim; dayanabilirdim buna da.
Ne yazık, içime aşkımı sakladığım,
Bana isterse hayat, isterse ölüm getiren o kaynaktan,
Sevgisini isterse besleyen, isterse kurutan o pınardan.
Çıkarılıp atılmak!
Ya da orada kalıp orayı kurbağaların
Çiftleşip ürediği pis bir su birikintisi saymak!
Rengin uçtu bak;
Sakin ol, genç, gül dudaklı, masum yüzlü melek!
Şimdi cehennem kadar korkunç görünüyorsun sen!
Seni koklayanı kendinden geçirip acı veren
Zararlı ot, hiç doğmamış olsaydın keşke.
''Ne günah işledim,'' diye soruyor bir de!
Bu güzel kağıt, bu eşsiz kitap
Üstüne '' Orospu '' yazılsın diye mi yaratıldı?
Ne günah işlemiş! İşlemiş! Orta malı seni!
Senin yaptıklarını söyleseydim eğer,
Cayır cayır yanardı yanaklarım ocak gibi,
Utanç denen şeyi yakıp kül ederdi.
Ne günah işlemiş!
Kokusunu duymasın diye gök burnunu tıkıyor,
Ay, gözlerini kapatıyor utançtan.
Önüne çıkanı öpen çapkın bile
Toprağın derinliklerine sığınmış işitmesin diye.
Günahı neymiş?!! Utanmaz orospu!...
OTHELLO
William Shakespeare
Türkçesi : Özdemir NUTKU
PANTALONE
Aferin sana.Bana martaval yutturmaya kalktın,öyle mi ? Kalk ayağı,yalancı düzenbaz seni.Napoli'nin okulu sana öğrete öğrete bunu mu öğretti? Daha Venedik'e geldiğin gün babam görmeden, tanımadığın bilmediğin kızlara takılıp şerefleriyle oynuyorsun. Önüne gelene kendini Napoli'li Don Astrubale diye tanıtıp kendine milyoner süsü veriyorsun. Daha neler de neler. yok prens torunu imiş efendim, asilzade torunu imiş. Bir kral olmadığın eksik.
Binlerce yalan uydurarak binlerce namuslu kızın iffetini lekeliyorsun.Ya bana attığın yalanlar? Seni bunca sene hasretle bekleyen ihtiyar babana attığın martavallara ne demeli? Niçin, evlenmediğin halde evlendim dedin? Biriseide, bilmem Policarpio ile basılmalar, silah çekmeler, neler de neler.Bana yok yere hayali bir gelin, bir torun için göz yaşı döktürdün.Bir ihtiyarı en hassas yerinden yakaladın.Niçin, neden uyduruyorsun bu yalanları kuzum? Uygar bir insan, ailesinin soyluluğu ile değil, kendi yaptığı işlerle yükselir. Bir tüccar saygınlığını, doğruluğu ile kazanır. Bir kez adın çıkıp güvensizlik kazandın mı,doğru dahi söylesen artık kimse inanmaz; herkes güven duymadan bakar sana. Bu hareketinle Bisognosi ailesinin adını da kirletmiş, onurunu ayaklar altına almış oldun. Yazıklar olsun sana.
Gerçekten pişman olduğunu bilsem, zarar yok unutulur diyeceğim. Ama korkarım sen yaradılıştan yalancısın, ilerde daha da beter olacaksın. Demek sen Napoli'li ile evlenmedin? Hiçbir kadınla ilgin yok mu? Bak, iyice düşün öyle söyle!
YALANCI
Carlo Goldoni
Türkçesi : Tarık LEVENDOĞLU
SONYA
Ne yapabiliriz? Yaşamak gerek! (Bir sessizlik) Yaşayacağız Vanya Dayı. Çok uzun günlet, boğucu akşamlar geçireceğiz. Alınyazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanacağız. Bugün de, yaşlılığımızda da, dinlenmek bilmeden, başkaları için çalışıp didineceğiz. Ecel saati gelip çatınca da uysalca öleceğiz ve orada, mezarın ötesinde, çok acı çektik, gözyaşı döktük, çok acı şeyler yaşadık diyeceğiz... Ve Tanrı acıyacak bize ve biz seninle, canım dayıcığım, parlak, güzel, sevimli bir hayata kavuşacağız ve buradaki mutsuzluklarımıza sevecenlikle, hoşgörüyle gülümseyeceğiz ve dinleneceğiz... İnanıyorum buna dayıcığım, bütün kalbimle, tutkuyla inanıyorum... (Voynitski'nin önünde diz çöker ve başını onun avuçlarına koyar. Yorgun bir sesle tekrar eder.) Dinleneceğiz! Dinleneceğiz! Melekleri dinleyeceğiz, elmaslar gibi yıldızlarla kaplı gökleri göreceğiz. Dünyanın tüm kötülüklerinin, tüm acılarımızın, dünyayı baştan başa kaplayacak olan merhametin önünde silinip gittiğini göreceğiz ve hayatımız bir okşayış gibi dingin, yumuşak, tatlı olacak. İnanıyorum, inanıyorum buna. (Dayısının gözyaşlarını mendiliyle kurular.) Zavallı, zavallı Vanya Dayı, ağlıyorsun... (Gözyaşları arasından) Hayatında mutluluğu tadamadın, ama bekle Vanya Dayı, bekle... Dinleneceğiz.... (Kucaklar onu.) Dinleneceğiz! Dinleneceğiz!
Vanya Dayı
Anton Çehov
Ataol Behramoğlu
BERBER
Dayanamayacağım daha.
Öldürür bre, beni öldürür.
Neremde taşıyorum onları?
Kafamda, kursağımda, barsaklarım da sancıyla
Kapkara bir sancıyla, tüylü canlı
dokundum avuçlarıma bulaştı kulakları
derimden içeri geçti.
Bir çift mağara olurlar düşümde
çekerler beni dolambaçlarından içeri
garip yankılarla boğulup giderim,
oysa bir türküye yüklenebilirim:
( Türkü söyler gibi )
Mİ-DAS-IN KU- LAAK- LAA- RI
Ahh kimse işitti mi?
Bir tek kişiye söylesem,
o da kimseye söylemese? Sonra o da kimseye söylemese.
o da kimseye söylemese, o da kimseye söylemese böylece
kimse kimseye söylemese, kimse bilmese?
Öff, öldürür bre, beni öldürür.
Midas'ın gizini tuttum böyle oldum
Ya kara bildiricilerin gizini tutsaydım?
Kader cadılarının?
Ooof, kusmalıyım Midas'ın kulaklarını
o gün bu gün sancıyla içimde
kapkara bir sancıyla
taşıyorum onları
Salyam geliyor. Bu kuyu işimi görür.
( Kuyuya eğilirken içinden bir keçi fırlayıp kaçar )
Uh, o ne?..Söz verdim ama Midas'a şerefim üzerine söz verdim.
Keçiler tabanımı yalasın ki söz verdim.
Bu kuyu işimi görür.
( Eğilip kuyunun içine seslenir. Kuyu sesleri uğultuyla yankılar )
Oooooo, Oooooo, Hoooooy
Nasıl yankıyor kuyu. Canlı. Beni işitir.
Ama söylemez, işitir beni, söyleyemez
Heeey, heeeey. Ooooo. Kocaman bir kulak bu kuyu.
Beni işitir ama söyleyemez. Ooooo. Nasıl yankıyor kuyu ?
Öyleyse işit kuyu, yankıya yankıya işit
Cehennemin yedi kat derinliğine kadar işit
İşit kuyu, işit.Hoooy, Midas'ın kulakları eşek kulakları
Eşek kulakları
Midas'ın kulakları eşek kulakları
Midas'ın eşek kulakları
Eşek kulakları Midas'ın
Midas'ın kulakları eşek kulakları
Midas'ın kulakları eşek kulakları
Midas'ın kulakları. Ohh.
( Kuyu başında yığılır kalır )
MİDASIN KULAKLARI
Güngör Dilmen
HARPAGON
Yetişin! Hırsız var! Yakalayın! Adam öldürüyorlar! Can kurtaran yok mu? Hak, adalet nerede? Allah yok mu? Vurdular! Canımı aldılar! Gırtlağımı kestiler! Paramı çaldılar, paramı! Kim aldı, kim? Ne oldu? Nerede? Nereye saklandı? Ne yapayım? Nasıl bulayım? Nereye koşayım? Nereye koşmayayım? Şurada mı acaba? Burada mı yoksa? Kim o? Dur! ( Kendi kolunu yakalar) Yakaladım. Ver paralarımı haydut! Eyvah! Benmişim yakaladığım. Neredeyim, bilmiyorum ki! Ben kimim? Ne yapıyorum? Bilmiyorum. Oldu bana olanlar! Param! Zavallı paracığım! Canım, sevgilim benim! Aldılar elimden seni! Sen olmayınca ben neye sığınırım artık, neyle avunur, neyle sevinirim? Her şey bitti benim için; dünyada yapacak işim kalmadı benim! Sensiz ne yaparım, nasıl yaşarım? Olacak şey mi?Yaptılar bana yapacaklarını! Dayanamam bu acıya, ölüyorum; öldüm,gömdüler beni! Diriltmek isteyen yok mu beni; versin paracıklarımı geri, ya da kimin aldığını söylesin. Ne var? Ne diyorsunuz? Kimse yokmuş. Bu işi yapan bir hayli pusuda beklemiş, fırsat kollamış olmalı; ben tam o yezit oğlumla konuşurken yapmış yapacağını. Haydi durma git. Git adalete baş vur; sorguya çektir bütün evi: Hizmetçi kadınları, uşakları, oğlunu, kızını, hatta kendini, kendini bile!
( Seyirciyi işaret ederek)
Nedir bu kalabalık? Ne diye toplanmışlar buraya? Kimin yüzüne baksam kuşku sarıyor içimi? Hepsi hırsızmış gibi geliyor bana. Ne o? Ne konuşuyorlar orada? Hırsız mı görmüşler? Nedir o yukarda ki gürültü? Hırsız orada mı yoksa? Ne olur, söylesin bir gören varsa, Allah rızası için söylesin! Aranızda mı saklı orada? Hepsi bana bakıp bakıp gülüyor. Görürsünüz hepsinin parmağı var bu hırsızlıkta. Haydi gelsin çabuk jandarmalar, polisler, tüfekler, hakimler, mahkemeler, işkenceler, darağaçları, cellatlar! Astıracağım, bütün dünyayı astıracağım. Yine de paramı bulamazsam kendi kendimi asacağım!
CİMRİ
Moliere
Türkçesi : Sabahattin EYÜBOĞLU
PROMETHEUS
Kibrimden, gururumdan susuyorum sanmayın:
Kendimi bu hallere düşmüş gördükçe,
Bir düşünce kemirip duruyor içimi:
Ben değil miyim bu yeni tanrılara
Bütün üstünlüklerini kazandıran?
Ama bu konuda susuyorum,
Neler söyleyeceğimi biliyorsunuz .
Buna karşılık, dinleyin ne kadar düşkündü ölümlüler,
Ve ben bu ağızsız, dilsiz çocuksu varlıklara
Nasıl verdim aklı, düşünceyi,
Anlatayım bunu, insanları küçültmek için değil,
Onlara ne büyük iyilikler ettiğimi göstermek için.
Önceleri insanlar görmeden bakıyor,
Dinlediklerini anlamıyorlardı,
Uzun ömürleri boyunca düş görüntüleri gibi
Düzensiz, gelişigüzel yaşıyorlardı.
Bilmiyorlardı duvar örmesini.
İçine güneş giren evler yapmasını,
Ağacı kullanmasını bilmiyorlardı.
Yerin altında, karanlık mağaralarda
Karınca sürüleri gibi yaşıyorlardı.
Ne kışın geleceği belliydi onlar için,
Ne çiçekli baharın, ne hareketli yazın.
Bilinç yoktu hiçbir yaptıklarında
Ben gösterinceye kadar onlara yıldızların
Doğuş batışlarını kestirmenin yolunu.
Sonra sayı bilgisini verdim onlara,
Bu kaynak bilgiyi onlar için ben bulup çıkardım.
Sonra harf dizilerine geldi sıra,
O dizilerdir ki belleği her şeyin,
Anasıdır bilimlerin ve sanatların.
Hayvanlara da ilk boyunduruk vuran ben oldum
Ölümlüleri kurtarmak için kaba işlerden;
Atlan dizginleyip arabalara koştum,
Zenginlerin şanını artıran arabalara.
Deniz1er aşan gemilerin bez kanatlarını
Bulan da benim, başkası değil.
Evet, ölümlüler için neler bulmuşken,
Bugün, zavallı ben bulamıyorum yolunu
Kendi başımı dertlen kurtarmanın.
Dahası var, dinledikçe şaşıracaksın:
Ne bilimler, ne sanatlar daha çıkardım!
En önem1ilerinden biri de şu:
İnsanlar hasta düştükleri zaman
Ölüp gidiyorlardı devasızlık yüzünden;
Ne yiyecekleri şeyi biliyorlardı
Ne içecekleri, ne de sürünecekleri şeyi.
Ben öğrettim onlara otları, bir bir karıştırıp
Bütün hastalıklara karşı ilaçlar,
Cana can katan merhemler yapmasını.
......
Ya toprağın insanlardan sakladığı hazineler?
Tunç, demir, gümüş, altın ve bütün madenler,
Kim buldum diyebilir bunları benden önce?
Hiç kimse... Yalan söyler kim buldum derse.
Uzun sözün kısası, şunu bilmiş ol:
Bütün sanatları Prometheus verdi insanlara.
Zincire Vurulmuş Prometheus
Aiskhylos
Türkçesi :Azra Erhat-Sabahattin Eyüpoğlu)
ÜVEY KIZ
Durun! Durun! Önce küçüğü havuza indireyim!
(Koşup küçük kızı alır, önünde eğilir, yüzünü ellerinin içine alır)
Zavallı yavrucak, neredeyiz demek ister gibi, şu iri gözlerinle şaşkın şaşkın bakıyorsun! Bir tiyatro sahnesindeyiz, şekerim! Sahne nedir mi? Bir yer ki, orada gerçek olaylar canlandırılır, oyunlar oynanır. Şimdi biz de oyun oynayacağız. Gerçekten, ya! Sen de.
(Bağrına bastırır, hafifçe sağa sola sallayarak onu kucaklar)
Oh, canım, canım benim, sen ne fena bir oyun oynayacaksın!
Senin için ne kötü şeyler düşünmüşler! Bahçe, havuz.Eh, yalancıktan bir havuz, belli.Felakete bak ki, burada her şey yalancıktan şekerim. Senin gibi küçük bir çocuk, gerçek havuzdan çok, bu yalancıktan havuzdan hoşlanır; içinde güzel güzel oynarsın da onun için. Fakat hayır, başkaları için bu bir oyun, ama senin için öyle değil, çünkü sen, yavrum gerçeksin ve gerçekten güzel, kocaman, yeşil bir havuzda oynuyorsun. Senin havuzunu bambu ağaçları gölgeliyor, içinde bu gölgeleri yırtarak yüzen minnacık ördekler var. Sen bu ördeklerden birini yakalamak istiyorsun.
( Herkesi dehşet içinde bırakan bir çığlıkla )
Yapma, Rosetta'cığım, yapma, annen oğluyla uğraşıyor, seninle ilgilenemiyor! Ben de hülyalarımın peşindeyim.
ALTI KİŞİ YAZARINI ARIYOR
Pırandello ( 1867-1939)
Türkçesi : Feridun TİMUR
SULTAN MURAT
Kur'andır bu!
Her karanlığı aydınlatandır bu!
Bütün sözlere, bütün eylemlere hakandır bu!
(Kalabalığın üstüne yürür.)
Kur'andır bu!
Yerin göğün sırrını kesin buyruklarla açıklayandır bu!
Tekmil peygamberleri doğrulayandır bu!
Kur'andır bu!
(Yavaş yavaş tahtına doğru çekilerek)
O doğmayan ve doğurmayanın ağzından,
doğrudan doğruya onun ağzından konuşandır bu.
O ki yerde insanların yürek vuruşunu ayarlayandır,
gökte yıldızların dönüşünü sağlayandır.
Onun ağzından konuşandır bu!
(Oturur.)
Kur'andır bu!
(Bekler. Kalabalık büyülenmiştir. Murat, Kur'andan bir yer açar, sessiz okur, sonra.)
Sultanlar sultanı Hud suresinde buyuruyor ki:
"Büyüğünüz sizden nasıl davranmanızı isterse,
öyle davranacaksınız kullarım!"
Sorarım size: Bu kitabın yanıldığını
ileri sürecek müslüman var mı içinizde?
Sultanlar sultanı Et-tevbe suresinde buyuruyor ki:
"Ey inananlar, Tanrıdan korkun
ve sadık kişilerle beraber olun!" "İnananlar" deniyor...
Tanrıya inanmayan müslüman var mı içinizde?
Derim ki kullarım,
kıyamet göğü gergin bir davul kesilip
gümbür gümbür ötmeden,
yeryüzünü karanlık yankılar
kanlı çığlıklarla tir tir titretmeden
derim ki,
gecenin sarp doruklarından öfke yangınları kopmadan,
yamaçlardan inen som ateşten süvariler
tüm kentleri köyleri kasıp kavurmadan,
derim ki,
kara elmas tolgalı başbuğ, o yağız Yokluk Sultan,
suçlu suçsuz bütün canlıları
şimşek bakışlarıyla eritmeden,
güzel çirkin tekmil bedenleri kül etmeden.
kullarım, derim ki
kendinize gelin
iş işten geçmeden!
Oyunu Adı: 4. Murat Yazan: Turan Oflazoğlu
PUCK
Aç aslan kükrüyor şimdi,
Kurt aya karşı uluyor.
Yorgun çiftçi evine dönmüş,
Yatağına serilmiş horluyor.
Sönmüş duygular şimdi kızarıyor;
Baykuş çığlık çığlığa,
Döşeğinde yatan bahtsız zavallıya
Kefeni hatırlatıyor.
Şimdi vakitlerden gece vakti;
Mezarlar ağzını ardına dek açtı;
Her biri kendi hortlağını salıyor,
Kilise yolları hortlak kaynıyor.
Güneşin önünden kaçan,
Bir rüyayı arar gibi
Karanlığın peşinden koşan
Biz periler
Şimdi yine çocuk.
Fare bile giremez
Bu kutsal eve artık.
Elimde süpürge , önden geldim ben,
Toz varsa kapının ardında,
Alayım diye hemen.
Şimdi gün ağarana dek
Her peri bu evde gezecek.
Gelinin yatağına uğrarız;
En iyisi bu olsun der,
Hepimiz onu kutsarız.
Kim ki orda doğacak
Bahtı hep açık olacak.
Aşık çiftlerin üçü de
Sevgiden hiç şaşmayacak.
Kusur çıkmayacak soylarında,
Hiçbirine leke sürmeyecek doğa.
Doğuştan pırıl pırıl,
Tertemiz olacak çocukları.
Her peri alsın çiy tanesini,
Koyulsun yola şimdi.
Dolaşsın sarayı boydan boya,
Her bir odayı kutsasın.
Biz gölgeler, kusur işlediysek eğer,
Şöyle düşünün ve bizi hoş görün.
Bu hayaller görünürken sahnemizde,
Sizde kestirdiniz yerinizde.
Diyelim cılız ve anlamsızdı konumuz,
Ama rüyada geçmedi mi oyunumuz?
Sayın, baylar, bayanlar bizi bağışlarsanız,
Bir dahaki sefere daha iyi oynarız.
Övgüyü hak etmedikse bile,
Duygularınızı getirmeyin dile.
Bu doğrucu Puck' a güvenin,
Bize fırsat verin.
Yine beğenmezseniz,
En yalancı Puck, deyin.
Şimdi sizlere iyi geceler;
Verin elinizi, anlaştıysak eğer.
Puck hepinize sağlık ve esenlikler diler.
BİR YAZ GECESİ RÜYASI
William Shakespeare
Türkçesi :Bülent BOZKURT
KLEOPATRA
Varım yoğum burada yazılı; küçük şeyler dışında,
Altın, gümüş, mücevher olarak nem varsa
Tam değeriyle gösterilmiştir hepsi.
Seleucus nerede?
( Seleucus girer )
İşte hazineme bakan; sorun kendisine efendimiz,
Başı üzerine yemin ederek söylesin
Kendime hiçbir şey ayırmadığımı.
(Seleucus bunun doğru olmadığını söyler )
Bak Caesar, bak da gör, zafer nasıl
Ardından sürüklüyor herkesi! Benim adamlarım
Senin şimdi. Durum değişirse seninkiler benim olur.
Bu Seleucus' un nankörlüğü kudurtuyor beni.
Ah seni köle, parayla sevişenlere güvenmek!
Gibi bir şeymiş demek sana güvenmek!
Ne kaçıyorsun geri? Kaçarsın ya! ama bil ki,
Kanat bile taksalar,yakalar oyarım o gözleri ben.
Seni köle, seni yüreksiz kalleş, satılık köpek,
Alçakların alçağı seni!
Ah Caesar, ne acı yüzkarası bu ?
Sen yücelerden inip beni görmeye gelmişsin,
Sultanlığınla ben zavallıya zarar vermişsin,
Kendi adamımsa, bunca ağır utançlarıma
Bir utanç daha ekliyor hainliğiyle.
Dile iyi yürekli Caesar, diyelim ki
Bazı kadın süsleri ayırmışım kendime,
Değersiz oyuncaklar. Ona buna hediye olarak
Verebileceğimiz şeyler, ya da diyelim
Livia'nın, Octavia'nın desteklerini kazanmak için
Kendilerine sunmayı kurduğum
Daha değerli birkaç hediye saklamışım bir yana.
Bunu suç diye ele vermeye kalkmalı mıydı
Ekmeğimi yemiş bir adam?
( Seleucus'a )
Git buradan, rica ederim; tutuşacak yoksa,
Karabahtımın külleri içindeki öfkem.
Bir insan olsan, acımazlık edemezdin bana.
Dünya bilsin ki, biz en büyükler
Başkalarının yaptıklarıyla kötüleniriz.
Düştüğümüz zaman da bizim sırtımıza yüklenir
Başkalarının sorumlulukları.
Acınacak insanların bu yüzden.
KLEOPATRA
William Shakespeare
Türkçesi :Sebahattin EYÜBOĞLU
LYSISTRATA
Söyleyeceğim elbet. Biz kadınlar savaşın ilk günlerinde haddimizi bildik, her yaptığınıza boyun eğdik. Ağız açtırmadınız bize, sustuk. Ama yaptıklarınızı beğeniyor muyduk? Hayır. Olanın bitenin pek ala farkında idik. Çok defa köşemizden öğreniyorduk önemli işler üstüne verdiğiniz kötü kararları. İçimiz kan ağlarken yine de gülümseyerek sorardık: "Bugünkü halk toplantısında barış üzerine ne karara vardınız?" Kocamızda : "Sana ne ? Sen karışma!."der bizde susardık.
. . .
Ben ağzımın payını almamak için susardım. Ama ara sıra da ne kötü kararlara varıldığını öğrenir ve sorardık.: "Aman kocacığım, nasıl olur, bu kadar çılgın bir işe nasıl girersiniz?" Ama kocamız bize yukardan bakarak: "Sen elinin hamuruyla erkek işlerine karışma. Cenk işi erkek işi!" derdi.
. . .
Doğru mu söylemiş uğursuz herif. Başımızı derde sokuyordunuz, yine de bizim öğüt vermeye hakkımız yoktu. Ama sonunda siz kendiniz başladınız bağırmaya ulu orta: "Erkek yok mu bu memlekette?" diye, erkekler cevap verdi size: "yok,erkek yok bu memlekette!" İşte o zaman biz kadınlar toplandık ve Yunanistan'ı kurtarmaya karar verdik. Daha bekleyebilir miydik? Söz bizim artık, susmak sırası sizde. Aklınızı başınıza toplar, öğütlerimizi dinlerseniz, işlerinizi biz yoluna koruz.
Lysistrata
Aristophanes
Türkçesi : A. Erhat-S. Eyüpoğlu
OTHELLO
Çok kudretli, yüce , saygıdeğer sinyorlar,
Soylu, iyilik sever efendilerim,
Bu ihtiyarın kızını kaçırdığım doğru,
Onunla evlendim de, suçumun hepsi bu;
Başka bir şey yapmış değilim.
Öyle parlak sözler söyleyemem ben,
Dokunaklı cümlelerle yumuşatamam yürekleri;
Çünkü bundan dokuz dolunay öncesine kadar,
Şu kollar ta yedi başından beri
Savaş alanlarında harcadılar tüm güçlerini;
Kavga, dövüş ve savaş dışında
Pek az şey diyebilirim bu koca dünya hakkında.
Bu yüzden savunmak için kendimi
Süsleyip püsleyemem sözlerimi.
Ama lütfedip sabrederseniz eğer
Olduğu gibi basitçe anlatayım
Başından sonuna kadar aşk serüvenimi.
Büyücülükle suçlandığıma göre,
Anlatayım, kızını hangi ilaçlar, hangi efsunlar,
Hangi büyü gücüyle elde ettiğimi.
Yalvarırım size, Desdemon'ya haber salın,
O söz etsin benden, önünde babasının.
Onu dinledikten sonra yinede suçlu bulursanız beni,
Bana duyduğunuz güveni, verdiğiniz güveni,
Geri almakla kalmayın, ölüm cezası verin.
O gelinceye kadar, işlediğim günahları Tanrıya açıklar gibi,
Hiç bir şey saklamadan anlatayım size,
Nasıl tutuldum güzel Desdemona'ya.
Ve o nasıl aşık oldu bana.
Babası severdi beni, çağırırdı sık sık evine;
Anlatmamı isterdi durmadan hayatımın hikayesini.
Baştan başa anlatırdım bütün hayatımı ben de
Bu arada dinleyeni etkileyen tehlikeleri ,
Nefes kesici kazaları, karada, denizde,
Anlatırdım nasıl kurtulduğumu ölümden kıl payıyla
Nasıl yakalanıp tutsak düştüğümü küstah düşmana,
Köle olarak nasıl satıldığımı, sonra salıverildiğimi,
Nasıl davrandığımı serüven dolu yolculuklarda.
Dikkatle dinlerdi Desdemona bunları,
Anlattıklarımı doymaz bilmez kulağıyla yutardı sanki.
Fark edince onun bu ilgisini, uygun bir an kolladım
Onu öyle bir havaya getirdim ki,
Bölüm bölüm dinlediği, tamamını bilmediği serüvenlerimi
Baştan sona anlatayım diye dile getirdi dileğini.
Bende tabi razı olup başladım anlatmaya,
Söz edip çektiğim acılardan gençliğimde,
Sık sık döktürdüm göz yaşlarını.
Emeğimin karşılığını aldım hikayem bittiğinde,
Öyle bir içini çekti ki dünyalara bedeldi.
'' Keşke dinlememiş olsaydım, '' dedi, ama yine de
'' Tanrı beni de böyle bir erkek yaratsaydı,'' diye hayıflandı.
Sonra da şöyle deyip teşekkür etti bana:
'' Beni seven bir dostunuz varsa,
Ona hikayenizi anlatmayı öğretin, yeter '' .
Gönlünü kaptırabilirmiş böyle birine.
Ben de bunu fırsat bilip teklifte bulundum ona.
O, beni başımdan geçmiş tehlikeler için sevdi,
Ben de onu, anlattıklarıma acıdı yine.
Kullandığım tek büyü bu işte.
Kendi de geliyor işte, tanıklık etsin sözlerime.
OTHELLO
William Shakespeare
Türkçesi : Özdemir NUTKU
LUCIANA (K)
Anlamıyorum doğrusu, kocalık görevini
Tümüyle unuttun mu şimdi yani?
Daha aşkın baharında, çürümüş olabilir mi
Bahar çiçekleri aşkının, Antifolus?
Aşkın çatısı bu kadar mı çabuk yıkılır?
Eğer ablamla parası için evlendiysen,
Parası için biraz daha şefkat göster ona.
Gözün dışarıda ise eğer, belli etme bari;
Gözünü bağla da görmesin yalan aşkını.
Gözlerinde okumasın her şeyi ablam,
Kendi ayıbının sözcüsü kendi dilin olmasın.
Tatlı bak, güzel konuş,
Yakıştır vefasızlığı kendine.
Öyle giydir ki kötülüğü,
İyiliğin habercisi sansın gören.
Yüreğinde kara leke olsa da,
Alnın akmış gibi dur.
Öyle eğit ki günahı,
Mübarek evliya desin seni gören.
Gizlice aldat onu;
Gerek var mı bilmesine?
Bir hırsız bile yaptığıyla övünmez.
Olur mu, hem döşeğine ihanet edeceksin,
Hem bırakacaksın yüzünden okusun her şeyi sofrada?
Çifte kusur bu!
İdare edebilirsen eğer,
Ayıbın da bir yer altı namusu vardır.
Kötü işi ikiye katlar kötü söz.
Yazık şu kadınlara!
Bizde bu saflık varken,
İnandırmak çok kolay sevdiğinize.
Başkalarına kolunuzu verirken,
Bizi yen'i gösterin yeter.
Sizin yörüngenizde döneriz biz,
Size bağlı hareketimiz.
Onun için, hadi kardeşim, nazı bırak gir içeri,
Gönlünü al ablamın, gülü yüzünü, ''Karıcığım'' de;
Eğer iltifatın tatlı soluğu atışmaya son verecekse,
Oyun olsun diye biraz yalan konuşmak yalandır bile.
YANLIŞLIKLAR KOMEDYASI
William Shakespeare
Türkçesi :Bülent BOZKURT
PARLAK
Şimdi, Abdullahcığım.. İlk filmimi çevirmekteyim.. Cüneyt ağbi başrolde.. Kız da Türkan Sultan.. Cüneyt ağbi gariban, bizim gibi.. Türkan Sultan varlıklı bir pezevengin kızı.. Cüneyt ağbi de yoksul bir pezevengin oğlu.. Aşk ferman dinler mi, bi görüşte vuruluyor Cüneyt ağbimize.. Buluşacaklar.. Türkan Sultan arabasıyla, yoksul delikanlı Cüneyt ağbimizin beklediği Sarıyer sırtlarına gelmektedir.. Cüneyt ağbi uzaktan arabayı tanıyor.. "Sultan, Sultaaaan" diye koşarken, aniden bir kamyon.. (Müzik sesi yapar) altına alıyor Cüneyt ağbiyi.. Kör oluyor kör.. Artık o, kör bir kemancıdır!.. Ona acıma, gözleri açılacak sonunda.. Bana acı asıl.. Dublör benim!.. Kamyon bana çarpıyor, Cüneyt ağbi yatıyor.. Sahneyi yeniden çekiyorlar, kamyon bana çarpıyor, Cüneyt yatıyor.. Beğenmiyorlar yeniden çekiyorlar, kamyon yine bana çarpıyor.. Cüneyt yatıyor!.. Türkan'ın sevgisi sahte değildir.. Babasının karşı koymalarına rağmen, Cüneyt'in çalıştığı, kör keman çalıp arabesk söylediği meyhaneye gelmektedir, her gece. Buraya dikkat.. Yeşilçam'da bir kahve vardır, siz görmediniz oraları.. O kahvede bizim figüran takımı bekler.. (Duygulanır..) Bir rol verilir umudu ile beklerler.. (Yeniden neşeli.) İşte o kahvede, günlerdir bir rol verilir umuduyla bekliyoruz.. Bir minibüse doldurdular hepimizi.. Yallah Sarıyer sırtlarındayız.. İşte o meyhanedeki içki içenleri oynayacağız.. Hani dedim ki, madem içki içenleri oynayacağız, filme uygun olarak sosyal gerçekçi olsun, baştan bir iki kadeh atalım.. Tam bizim sahne geldi ki hepimiz zom, aynen.. O Memduh olacak bağırdı!.. Recisör.. "Ben sizden meyhanede içer gibi yapacak adamlar istedim.. Bunlarla olmaz.." Ben de vallaha da billaha da sırf latife olsun diye, kolumla da destekleyerek "Yeşilçam'da ayık adam nah bulursun!." demiş bulundum. Birden, başta Memduh ağbi olmak üzere, setçisi, ışıkçısı, kameramanı ve hatta Cüneyt'in üstüme doğru geldiklerini gördüm.. Fatma abla var ya, o da çekimi seyrediyormuş, ayakkabıyı çıkarttığı gibi yallah üstüme!. Yer misin yemez misin? Hani, Cüneyt karateci ya, kolumu kırmaya çalışıyor, Fatma topuklusuyla başıma, hele o Türkan yok mu, bi de hanımefendi derler, hayalarıma hayalarıma ver ediyor tekmeyi.. Memduh ağbi desen, durmadan kafa atıyor!.. Tam bayılıyordum ki Memduh'un şunu söylediğini duydum: "Bu ipneyi!" Yani beni! "Bu delikanlıyı, en seri vasıtayla İstanbul il sınırları dışına çıkartın, bu yaştan sonra hapishanelere giremem!" Gözümü açtığımda burdaydım, Ankara'daydım.
Oyunu Adı: Kadıncıklar
Yazan: Tuncer Cücenoğlu
JULIET
Ah, Romeo, Romeo! Neden Romeo'sun sen?
İnkar et babanı, adını yadsı!
Yapamazsan, yemin et sevdiğine
Vazgeçeyim olmaktan ben.
Benim düşmanım olan adındır yalnızca
Sen sensin, Montague olmasan da
Hem Montague nedir ki? Ne eli bir erkeğin,
Ne ayağı, ne kolu, ne yüzü, ne de başka bir parçası.
N'olur bir başka ad bul kendine.
Adın ne değeri var-Şu gülün adı değişse bile
Kokmaz mı aynı güzellikte?
Romeo, bırak, at bu adı? Senin parçan olmayan
Bu ada karşılık al bütün varlığımı.
Nasıl geldin buraya söyle, hem niye?
Bahçenin duvarları yüksek, zor aşılması,
Kim olduğunu düşün bir de,
Mezar olur sana bu yer, bizden görürlerse.
Bir görürlerse sana kıyarlar.
Dünyada hiç istemem senin burada gömülmeni.
Biliyorum, gecenin maskesi var yüzümde,
Olmasaydı eğer, duyduğun için demin söylediklerimi
Nasıl kızardığını görürdün yanaklarımın.
Çok isterdim ah bir güzel uyup göreneklere
Demin söylediklerimin tümünü inkar etmeyi!
Ama uğurlar olsun görgü kurallarına.
Seviyor musun beni? ''Evet,'' diyeceksin, biliyorum,
Sözüne güveneceğim ben de; ama yemin edeyim deme,
Belki de tutamazsın; Zeus alay edermiş derler
Sözünü tutamayan aşıklarla.
Romeo, beni seviyorsan söyle bana açıkça.
Kolayca elde edilmiş sanıyorsan beni eğer,
Çatayım kaşlarımı, naz yapıp ''Hayır,'' diyeyim sana,
Ta ki sen kapanasın ayaklarıma.
Yoksa dünyada yapmam öyle bir şey.
Doğrusunu istersen güzel Montague,
Çılgınca seviyorum seni; belki de bu yüzden
Hoppaca buluyorsundur benim hareketlerimi;
Ama inan sevgilim, daha bağlı olacağım sana
Daha kurnaz olup da çekingen duranlardan.
İtiraf etmeliyim ki, daha çekingen davranmalıydım,
Ama farkına varmadan ben, seni sevdiğimi
Ağzımdan işitmişsin. N'olur bağışla beni,
Hafifliğe yorma sakın,
Karanlık gecenin açığa vurduğu çaresizliğimi.
ROMEO ve JULIET
Wiliam Shakespeare
Türkçesi :Özdemir NUTKU
IAGO
Aşk, kanın kaynamasıyla, iradenin izniyle olan bir şey .
Hadi bakalım, erkek gibi davran. Kendini denize atacakmış. Atacaksan, kendileri, gözü açılmamış enikleri denize at! Senin dostun olduğunu açıkça belirtmedin mi ? Ne yalan söyleyeyim, çıkarımı düşündüğüm için de sana hiç kopmayacak bağlarla bağlandım. Bak, sana yardım etmek için şimdiye kadar elime bu kadar güzel bir fırsat geçmemişti.Kesene para koy. Takma bir asker sakalıyla yüzünü sertleştir; savaş neredeyse oraya gel. Dediğim gibi para koy kesene! Desdemona'nın Mağripli'den soğuması uzun sürmez, keseni parayla doldur sen, tabi Mağripli de ondan bıkacakatır. Başlangıcı birden bire olanın sonu da çabuk gelir. Sen yalnızca kesene para koy.Bu Mağrililer maymun iştahlıdır. Parayla doldur keseni.Şimdi balını emdikçe keçi boynuzu az sonra
acı bir ilaç gibi gelecek ona. Desdemona da genç birini bulacaktır. Herifin bedenin-
den bıkınca yaptığı hatayı anlayacaktır.Onun için kesen dolu olsun. Kendini yok
edeceksen boğulmaktan daha iyi bir yol var. Bütün paranı yanına al. Eğer nikahta ki
keramet,bir de vahşi bir göçebeyle oynak bir Venedik'li kadın arasında ki pamuk ipliğiyle bağlı yemin, benim zekamdan, iblis'in belalarından daha baskın çıkmazsa, Desdemona'nın tadına bakacaksın. Sen keseni parayla doldur yeter. Boğulmanın Tanrı belasını versin! Kafandan çıkart at bunu! Onsuz boğulup gebermektense, zevk uğruna ipe gitmek çok daha iyidir. Bana güven, sen git paranı topla. Kaç kez söyledim sana; bak, bir daha söylüyorum: Mağripli'den nefret ediyorum. Yürekten nefret ediyorum; sen de ondan boş yere nefret etmiyorsun ki. Öcümüzü almak için el ele verdik mi, tamam.Ona boynuz taktırdın mı, keyfine diyecek olmaz; bana da eğlence çıkar.Hadi bakalım, git de bütün paranı topla!Yarın sabah yine konuşuruz. Hadi, güle güle.(Rodrigo çıkar )
Bana keselik edecek bir sersem buldum yine.Eğlence ve kazanç olmasaydı işin içinde, hiç vakit harcar mıydım böyle bir salağa.Nefret ediyorum Mağripli'den;
Yatağıma benim yerime onun girdiği herkesin dilinde, yalan mı doğru mu bilemem. Ama doğruymuş gibi davranacağım ben.Bana güveniyor ya yeter;Tasarladıklarımı başarıyla yürüteceğim böylece.Cassio yakışıklı bir delikanlı. Bir düşüneyim,onun yerine geçip bir taşla iki kuş vurmalıyım.. Ama nasıl, nasıl yapmalı? Evet. Bir süre sonra karısıyla Cassio sıkı fıkı diye çatlatırım Othello'ya. Zaten Cassio kuşku uyandıracak kadar yakışıklı, tam kadınların gönlüne göre.Mağripli ise mert ve açık yürekli, dürüst sanıyor budala dürüst görünenleri de.
Burnuna halkayı geçirdin mi götürürsün istediğin yere. Tamam! Her şey tasarlandı. Cehennem ile gecenin karanlığı doğuracak dünyanın aydınlığına bu canavar yaratığı.
OTHELLO
William Shakespeare
Türkçesi : Özdemir NUTKU
TROILOS
Ne diye çıkıp dövüşeyim Troya surlarının dışında,
Kendi içimde böylesine amansız bir savaş varken?
Yüreğine güvenen her Troyalı gitsin dövüşsün;
Ben Troilos, ben kaptırdım yüreğimi.
Yunanlılar güçlü, güçlü oldukları kadar akıllı,
Akıllı oldukları kadar çetin, çetin oldukları kadar da gözüpek.
Bense bir kadının gözyaşları kadar bitkinim,
Uyku kadar yumuşak, bilgisizlik kadar alık,
Gecenin karanlığında kalmış bir kızdan daha ürkek,
Toy çocuklardan daha beceriksizim.
Sabrın kendisi, sabrın tanrısı katlanamaz
Benim katlandığım işkenceye.
Priamos'un görkemli sofrasına oturmuşum,düşün;
Ama güzel Kressida aklıma gelince.
Ne dedim, yalancı! aklına gelince mi?
Aklından çıktığı var mı ki ?
Ne diyordum.Tam içimi çekecekken,
Yüreğim ortasından ikiye bölünecekken,
Hektor yada babam farkına varır diye,
İç çekişimi bir gülümsemeye boğdum,
Fırtınalı gökyüzünü güneşin ışığa boğması gibi.
Ama sahte bir gülüşle gizlenen dertler,
Kaderin insana birden zehir ettiği sevince benzer.
Ah Pandaros! Ne diyeyim saba Pandaros.
Ben sana, umutlarım denize düştü boğuldu diyorum,
Sen tutmuş denizler kaç kulaç diyorsun bana.
Ben Kressida beni deli etti diyorum,
Sen hala Kressida güzeldir diyorsun bana.
Yüreğimi kemiren yaranın üstüne sen gelmiş
Gözlerini, saçlarını, yanağını, yürüyüşünü, sesini döküyorsun.
Tutmuş, elini anlatıyorsun bana.
O el ki, beyazlar onun yanında mürekkep olur,
Karanlıklardan dert yanarlar.o el ki yumuşaklığı yanında,
Kuğu yavrularının tüyleri bile sert kalır,
Bir rençberin nasırlı avucu kadar.
Bunları söylüyorsun bana.
Benim yarama merhem değil ki bunlar!
Yarayı açan bıçağı, bir daha, bir daha,
Saplıyorsun içime.
TROILOS İle KRESSIDA
William Shakespeare
Türkçesi: Sabahattin EYÜBOĞLU- Mina URGAN
ROMEO
Yarayla alay eder, yaralanmamış olan.
( Juliet yukarıda pencerede görülür )
Dur, şu pencereden süzülen ışık da ne?
Evet, orası doğru, Juliet de Güneşi!
Yüksel ey güzel güneş, öldür şu kıskanç Ay'ı,
Bak nasıl da sararıp soluvermiş Tanrıça kederden
Sen ondan daha güzelsin diye.
Kıskandığı için vazgeç ona bağlılıktan,
Sayrılı ve toydur bakirelik giysisi.
Soytarılar giyer bunu ancak
Sen çıkar bu giysileri, at üzerinden.
Kadınım benim, ah benim sevgilim bu!
Ne olur ah, bilseydin sevgilim olduğunu!
Konuşuyor, ama bir şey de demiyor;
Ne çıkar, anlatıyor ya gözleriyle
Karşılık vereceğim ben de!
Amma da yüzsüzüm, konuştuğu ben değilim ki!
Tüm göklerin en güzel yıldızlarından ikisi,
Yalvarıyorlar onun gözlerine işleri olduğundan:
Biz dönünceye dek siz parıldayın diye.
Gözleri gökte olsaydı, yıldızlar da onun yüzünde,
Utandırırdı yıldızları yanaklarının parlaklığı,
Gün ışığının kandili utandırdığı gibi tıpkı.
Öyle parlak bir ışık ağlayanı olurdu ki gözleri gökte,
Gece bitti sanarak kuşlar cıvıldaşırdı.
Bak, nasıl da dayamış yanağını eline !
Ah, eline giydiği eldiven olaydım da
Dokunaydım yanağına.
Konuşuyor.Ey parlak melek, konuş yine!
Sen, göz kamaştıran bir parlaklık veriyorsun geceye;
Cennetin kanatlı ulağısın başımın üstünde,
Tıpkı ölümlülerin hayretle açılan gözlerine gördüğün gibi.
Tembel bulutlara binip uçarken o havanın kucağında,
Onu seyreden insanlar gibi hayranlıkla,
Öylece bakıyorum ben sana.
ROMEO ve JULİET
William Shakespeare
Türkçesi: Özdemir NUTKU
BRUTUS
Gelin öyleyse, dinleyin beni dostlar.
Cassius, sen öbür yola git,
İkiye böl kalabalığı.
Beni dinleyecekler burada kalsın,
Cassius'un ardından gidecekler gitsin.
Bütün halka açıklanacak
Niçin öldüğü Caesar'ın.
Sabırlı olun sözüm bitinceye kadar. Romalılar, yurttaşlarım, dostlarım, dinleyin anlatacaklarımı ve ses çıkarmayın ki duyasınız beni. Şerefim adına inanın bana; şerefime saygınız olmalı ki inanasınız bana. Aklınızla yargılayın beni; can kulağınızı da açın ki iyi bir yargıç olasınız. Bu toplulukta Caesar'ı çok sevmiş biri varsa derim ki ona, Brutus'un Caesar'a sevgisi daha az değildi onunkinden. Öyleyse neden Caesar'a karşı ayaklandın derse bu dost bana şu karşılığı veririm: Caesar'ı daha az sevdiğim için değil, Roma'yı daha çok sevdiğimden. Caesar yaşayıp da hepinizin köle olarak ölmeniz mi daha iyi, yoksa Caesar ölüp de hepinizin hür insanlar olarak yaşamanız mı? Caesar beni severdi, ağlarım onun için; mutluluğa ermişti, sevinirim; bir kahramandı, saygı duyarım; ama tutkuya kapıldı, öldürürüm. Sevgisine gözyaşı, mutluluğuna sevinç, yiğitliğine saygı, tutkusuna ölüm. Köle olmayı isteyecek kadar aşağılık biri var mı burada? Varsa söylesin: ona kötülük ettim. Romalı olmayı istemeyecek bir odun kafalı var mı içinizde? Varsa söylesin: Ona kötülük ettim. Yurdunu sevmeyecek kadar alçak biri var mı burada? Varsa söylesin: ona kötülük ettim. Var mı öylesi, soruyorum?
Kötülük etmedim kimseye. Ben Caesar'a, sizin Brutus'a yapabileceğinizden fazlasını yapmış değilim. Ölümünün hesabı Kapitol'da yazılıp dürülmüştür. Ne hakkettiği yerde şan şerefi küçültülmüş, ne de ölmesini gerektiren suçları büyütülmüştür. (Antonius ve başkalan Caesar'ın ölüsüyle girerler)
İste getiriyor ölüsünü Marcus Antonius. Onun eli yoktu bu işte, ama o da yararlanacak Caesar'ın ölümünden, bir yeri olacak devlet işlerinde. Hanginizin olmayacak zaten? Son sözüm şu size: Beni bu kadar çok seven insan nasıl Roma uğruna vurdumsa, aynı hançeri kendime saklıyorum, yurdum için ölmem ne zaman gerekirse.
Julius Caesar
William Shakespeare
Sabahattin Eyuboğlu
OPHELIA
Nasıl ayırdederim bir bakışta
Seveni sevmeyenden?
Külahından, tozlu çarıklarından,
Elindeki değnekten.
Öldü, güzel sultanım çoktan öldü.
Öldü, gömüldü bile.
Başında yemyeşil otlar büyüdü,
Taşı dikildi bile.
Ne olur dinleyin!
Ak kefenler giyindi kardan beyaz,
Sarıldı çiçeklere.
Arar arar sevdiğini bulamaz,
Ağlayanlar içinde.
Fırıncının kızı baykuş olmuş diyorlar. Allah korusun. İnsan ne olduğunu bilir, ama ne olacağını bilemez. Tanrı bereketini eksik etmesin sofranızdan. Kendiniz hiçbir söz söylemeyin sakın bunun üstüne, ama ne demek olduğunu soran olursa şöyle dersiniz:
Yarın bayram, Saint Valentine bayramı,
Erken uyanır herkes.
Ben bir kızım, gelirim pencerene,
Eşim ol derim sana.
Delikanlı kalktı, hemen giyindi,
Açtı kıza kapısını.
Kız girdi içeri, kız girdi ama,
Kız çıkmadı dışarı.
Ayıp, ne ayıp şey bu!
Fırsat bulan her genç yapıyor bunu
Yüzü kızarmaksızın.
Kız dedi: Bu işi yapmazdan önce
Evleniriz demiştin?
Delikanlı şöyle karşılık verdi:
Evlenirdim sabah sabah gelip de
Koynuma girmeseydin.
Elbet bir gün düzelir her şey. İnsan sabırlı olmalı; evet ama ağlamamak elimde değil düşündükçe soğuk topraklara gömüldüğünü. Geceniz hayrolsun, bayanlar, iyi geceler, güzel bayanlar, iyi geceler, iyi geceler!
Hamlet
William Shakespeare
Türkçesi : Sabahattin Eyuboğlu
TARTUFFE
Din adamıyım ama insanım da. Sizin tanrısal güzelliğiniz karşısında erkinlik, elden, ister istemez gidiyor; insan düşünemez oluyor. Böyle konuşmam size garip gelir, biliyorum, ama ne yapayım efendim, ben de nihayet melek değilim ya. Bunları bir günah sayıyorsanız suç bende değil, sizde, sizin güzelliğinizde. İnsan ölçülerini aşan güzelliğinizi o muhteşem parlaklığıyla gördüğüm an esiriniz oldum. O tanrısal bakışlarınızda ki büyü ruhumun kapılarını zorla açtı. Oruçlar, dualar, yakarmalar, hiçbiri kar etmedi.Bütün adaklarımın, bütün yakarmalarımın amacı, döndü, dolaştı güzelliğiniz oldu. Bakışlarımla, ahuzarımla bunu size binlerce defa anlattım. Şimdi de sözle anlatmaya çalışıyorum. Size layık olmayan kölenizin çektiklerine bir bakın da azıcık olsun insaf edin. Ne olur, beni biraz avutun. Merhametiniz hiçliğime kadar inmeğe tenezzül ederse, ey tanrısal kadın, size eşi görülmemiş bir imanla ebediyen bağlanırım. Korkmayın, benim yüzümden onurunuz tehlikeye düşmez. Vefasızlığımdan da kaygılanmaya gerek yok. Kadınların deli divane oldukları o züppe aşıkların bütün yaptıkları kutu gürültü, bütün söyledikleri safsatadır. Durmadan başarılarını anlatır, böbürlenirler. Kadınlardan bir parçacık güler yüz görmesinler, her tarafa yayarlar. Dillerini tutmayı da bilmezler; zevzeklikleriyle kendilerine güvenen sevgililerini elaleme kepaze ederler. Ama bizler onlardan değiliz. Aşk ateşi bizi içimizden yakar. Biz zahidiz, kendi adımızı, kendi onurumuzu korumak zorundayız. Dilimizi tutmasını biliriz. Böylece sevdiğimizin onurunu da korumuş oluruz. Bizim aşkımızı kabul eden kadın, rezaletsiz aşka korkusuz zevklere erişir.
TARTUFFE
MOLİERE ( 1623- 1673 )
Türkçesi : Orhan VELİ KANIK
VLADIMIR
Boş konuşmalarla zamanımızı harcamayalım! (Bir an, şiddetle) Fırsat varken bir şeyler yapalım! Her gün birilerinin bize ihtiyacı olmuyor. Aslında özellikle bize ihtiyaç duymuyorlar. Başkaları da daha iyi olmasa bile, aynı derecede bizim yaptıklarımızı yapabilirlerdi. Kulaklarımızda çınlayan şu yardım çığlıkları bütün insanlığa yöneltilmiş! Ama burada, zamanın bu anında, istesek de istemesek de bütün insanlık biziz. Çok geç olmadan bundan yararlanalım! Zalimce bir alın yazısının bize layık gördüğü iğrenç güruhu hakkıyla temsil edelim! Ne dersin? (Estragon hiçbir şey söylemez) Kollarımızı kavuşturup yardım etmenin iyi ve kötü yanlarını hesaplarken cinsimize kötülük etmediğimiz doğru. Kaplan hiç düşünmeden hemcinsinin yardımına koşar yada çalılıkların kuytularına siner. Ama sorun bu değil. Sorun burada ne yaptığımız. Ve cevabı bildiğimiz için mutluyuz. Evet, bu uçsuz bucaksız karmaşada kesin olan tek bir şey var. Godot'nun gelmesini bekliyoruz. Yada gecenin çökmesini. (Bir an) Buluşacağımız yere saatinde geldik ve bu da sonu işte. Aziz değiliz ama bu da sonu işte. Aziz değiliz ama buluşacağımız yere saatinde geldik. Kaç insan böyle bir şeyle övünebilir?
Godot'yu Beklerken
Samuel Beckett
Türkçesi: Tuncay Birkan
ARIEL
Selam sana yüce efendim! Bilgin efendim selam!
Dile benden ne dilersen; uç de uçayım,
Yüz de yüzeyim, istersen ateşe dalayım,
Kıvrım kıvrım bulutlara binip gideyim.
Ariel ve cin dostları bir buyruğuna bakıyor.
Tamı tamına istediğin gibi dün çıkardım fırtınayı.
Atladım kralın gemisine; hop puruvadayım,
Hop ortasında geminin; bir güvertedeyim, bir kamarada,
Ateş topu gibi dehşet saldım her yana.
Bazen parçalara bölünüp her köşede ayrı yandım;
Gaya çubuğunda, serenlerde, civadrada,
Ayrı ayrı parlıyormuş gibi görünüp
Ansızın birleştim sonra.
Jüpiter'in şimşekleri,
Göklerdeki o korkunç gümbürtülerin habercileri bile,
O denli etkili, gözleri şaşı ercesine seri olamazdı.
Alevler, kükürtlü gümbürtü ve çatırtılar
Ulu Neptün'ü kuşatmıştı; küstah dalgaları titreşiyor,
O müthiş üçlü zıpkını sarsılıyordu.
Her şey tutuşunca, gemiciler haricinde herkes,
Kendini köpüren tuzlu suya atıp tekneyi terk etti.
Aşağı ilk atlayan, saçları dimdik olmuş
Sanki gibi değil saz gibi
Kral'ın oğlu Ferdinand oldu,
'' Cehennem boşalmış, şeytanların hepsi burada!''
Diye bağırıyordu bir yandan da.
Sahile pek yakın oldu bunlar.
Kimsenin kılına zarar gelmedi.
Su üstünde yüzen giysileri leke bile olmadı;
Eskisinden daha sağlıklı hepsi.
Emrinize uyarak gurup gurup adaya yaydım herkesi.
Kral'ın oğlunu tek başına çıkardım karaya;
Son gördüğümde, adanın bir köşesine oturmuş,
Ellerini öyle mahzun mahzun kavuşturmuş
İç çekip sızlanıyordu.
Kral'ın gemisi sapasağlam demirlemiş durumda.
Hani derin bir koy var ya,
İşte orada saklı duruyor gemi.
Gemicilerin hepsi küpeştenin altına istiflendi;
Çektikleri eziyetin bitkinliğine biraz tılısım katıp
Uyuttum hepsini orada. Filonun gerisine gelince,
Dağıttığım gemilerin hepsi yeniden toplandı
Kral'ın gemisinin battığını,
Majestelerinin de öldüğünü sanıyorlar
Ve Akdeniz'de Napoi'ye doğru
Matem içinde yollanıyorlar.
FIRTINA
William Shakespeare
Türkçesi : Bülent BOZKURT
LADY MACBETH
Çık, mel' un leke! Çık, diyorum! Bir.İki.Eh öyleyse yapmak zamanı geldi. Cehennem karanlıkmış. Ayıp size efendimiz, ayıp! Hem asker olun, hem korkun! Kimin bildiğinden ne çekinelim nasıl olsa kudretimiz sorgu suale gelmez. Yine de, kim ihtiyarda bu kadar kan bulunacağını zannederdi? .
Fife Beyi'nin bir karısı vardı; şimdi nerede? Ne, bu eller hiç temizlenmeyecek mi? Artık yeter; böyle ürkmekle her şeyi bozuyorsunuz.
İşte hala kan kokuyor. Arabistan'ın bütün ıtırları şu minicik elin kokusunu tatlılaştıramaz. Ah! Ah! Ah!
Ellerinizi yıkayın, geceliğinizi giyin, öyle benzi uçuk durmayın. Tekrar ediyorum, Bangue gömüldü, mezarından çıkamaz ki.
.
Yatağa, yatağa. Kapı vuruluyor. Gelin, gelin, gelin; verin bana elinizi. Olan bir şey bozulamaz. Yatağa yatağa yatağa!
MACBETH
William SHAKESPEARE
Türkçesi: Orhan BURİAN
JULIET
Elveda! Tanrı bilir ne zaman görüşürüz bir daha.
Hayat sıcaklığını hemen hemen donduran
Hafif, soğuk bir korku ürpertiyor damarlarımı,
Beni yatıştırsınlar, geri çağırayım da onları:
Dadı! Ama onun ne işi var burada?
Tek başıma oynamalıyım bu acıklı sahneyi.
Gel şişe! Ya bu karışımın olmazsa hiçbir etkisi?
O zaman evlenecek miyim yarın sabah?
Hayır, hayır! Bu önler onu. Sen dur şurada.
( Hançeri koyar.)
Ya bu zehirse! Olur a, rahip beni daha önce
Evlendirdi diye Romeo'yla
Bu evlenme işinde rezil olmaktan korkuyorsa!
Kurnazca hazırladıysa bunu, beni öldürmek için!
Korkarım öyle; ama yinede olamaz herhalde,
Çünkü yıllar yılı herkesçe kutsallığı bilinen bir kişidir o.
Atmalıyım kafamdan böyle kötü bir düşünceyi.
Ya beni mezara koyduklarında, olur a,
Uyanırsam, Romeo beni kurtarmaya gelmeden?
Ne korkunç bir olasılık! İçine temiz hava girmeyen
Ölüler mahzeninde tıkanıp kalmaz mıyım,
Boğulup ölmez miyim Romeo gelmeden?
Sağ kalsam bile, ölümün ve gecenin korkunç hayalleri görünmez mi?
Ya bütün atalarımın yüzyıllar boyunca
Yığın yığın kemiklerini saklayan o mahzenin dehşeti?
Ya mezarına yeni konmuş, kefeninde çürüyen
Tybalt'ın kanlı cesedi? Derler ki,
Gecenin belli saatlerinde ruhlar gezinirmiş orada
Olamaz mı, bütün bunlar olamaz mı?
Vaktinden önce uyanırsam, iğrenç kokuları ne yapmalı?
Ya duyarsam topraktan sökülen adamotlarının çığlıklarını?
Çıldırmış bu çığlıkları duyan ölümlüler
Bütün bu korkularla çevrilince çepeçevre
Aklımı oynatmaz mıyım ben uyandığımda?
Atalarımın kemikleriyle deliler gibi oynayıp
Kanlar içinde ki Tybalt'ı kefeninden çıkarmaz mıyım?
Ya bu ciddiyet durumunda,
Akrabamdan birinin kemiğini sopa gibi kullanıp
Dağıtmaz mıyım umutsuz beynimi?
Ah işte! Kuzenimin hayali görünüyor,
Kılıcının ucuyla vücudunu şişleyen Romeo'yu arıyor.
Dur Tybalt, dur! Geliyorum!
Bunu şerefine içiyorum!
ROMEO ve FULIET
William Shakespeare
Türkçesi : Özdemir NUTKU
HELENA
Oo, anlaşılan bu da çeteden. Şimdi üçü bir araya gelmiş,
Kendilerince eğleniyor, oyuncak gibi oynuyorlar onurumla.
Seni hain, seni iyilik bilmez Hermia;
Sen de mi bunlarla kafa kafaya verdin,
Bana bu iğrenç hakaretleri layık gördün?
Hani içtiğimiz su ayrı gitmiyor;
Her saatimiz birlikte geçiyordu;
Kardeşlik yemini etmiş,
Bizi ayırıyor diye, ayağına tez zamanı paylaşmıştık!
Okul arkadaşlığı, tertemiz çocukluğumuz, hepsi unutuldu mu?
Gün olmuş, iki hünerli Tanrı gibi, iğnelerimizi almış,
Bir mindere oturmuş, bir minder üzerinde
İkimiz bir çiçek yaratmıştık.
Duygularımız bir, bir ağızdan söylemiştik şarkımızı.
Ellerimiz, bedenlerimiz, seslerimiz, düşüncelerimiz
Kaynaşmıştı sanki.Birlikte büyüdük: bir çift kiraz gibi;
Görünüşte ayrı, ama ayrım yerinde birleşmiş,
Bir sap üzerinde şekillenmiş iki şirin tane.
Görünüşte iki beden, ama atan tek yürek:
Bir şövalyenin armasındaki birbirinin tıpkı resimler gibi ,
Tek kişiye ait ve tepesinde tek bir başlık.
Yılların sevgisini ikiye mi ayıracaksın şimdi?
Bu adamlara katılıp zavallı arkadaşını mı ezeceksin?
Ne dostluğuna yakışır bu, ne genç kızlığına.
Sızıyı duyan yalnız ben olsam da,
Hem kendi adıma kınıyorum seni, hem kızlar adına
Sen değimlisin Lisander'ı peşime takan;
Yüzümü gözümü övsün , beni küçük düşürsün diye?
Öteki sevdalın Demetrius'u sen kışkırtmadın mı?
Daha biraz önce beni ayağıyla iten,
Tanrıça, peri kızı,göksel, eşsiz, seçkin, diyor şimdi.
Nefret ettiği kişiye insan bunları neden söyler,
Hele Lisander, ruhu senin aşkınla doluyken:
Niye onu inkar eder, bana sevgi gösterisi yapar?
Senin izninle, senin kışkırtmanla tabii.
Ne olmuş senin kadar hoş, senin kadar çekici,
Bahtı açık değilsem?
Sevilmeden seviyor, hep itiliyorsam ne olmuş?
Hor görmektense acımam gerekmez mi bana?
İyi, iyi devam edin, üzülmüş gibi yapın,
Arkamı döndüğümde dil çıkarın, dudak bükün;
Birbirinize göz kırpın,sürdürün bu tatlı şakayı.
Neşenizi bozmazsanız, bakarsınız tarihe geçer.
Biraz acıma duygusu, biraz terbiye olsaydı sizde,
Böyle alay konusu yapmazdınız beni.
Neyse, haydi hoşçakalın;
Belki kusur bende , çaresi ya ayrılıkta ya ölümde
HELENA
William SHAKESPEARE
Türkçesi :Bülent BOZKURT
ANTIGONE
İsmene'm canım kardeşim benim babamız Oidipus'un mirası hiçbir acı, kahır, utanç kaldı mı Zeus'un yaşarken bize tattırmadığı? Şimdi de Kral bütün kente buyruk salmış diyorlar, biliyor musun ne? İşittin mi? En sevgilimizin başına gelecekten belki haberin bile yok senin.
(İsmene:Bir şey duymadım ben, bilmiyorum.)
Sezmiştim böyle olduğunu, ondan çağırdım seni buraya , sarayın dışına yalnız sen işitesin diye.
. . .
Kreon yalnız birini gömüyor ağabeylerimizin öbürünü gömütsüz bırakıyor aşağılamak için. Eteokles'in cenazesini doğru dürüst dua ile kaldırttı, saygınlık içinde varsın diye ölüler ülkesine. Ama onunla kucak kucağa can veren Poluneikes'i kimse gömmeyecek demiş, kimse yasını tutmayacak! Kardeşimizi böyle gömütsüz, gözyaşsız leş kargalarına, akbabalara peşkeş çekmiş tatlı bir şölen niyetine. Anlıyorsun ya. Sayın Kreon'un buyruğu seni de beni de yakından ilgilendiriyor... Özellikle beni. Duymayanlar iyice öğrensin diye kendi de geliyormuş buraya. Şakası yok, uygulanacak emir. Yasağa karşı çıkan olursa , halkça taşlanarak can verecek surlarda. Durum böyle, günü saati geldi özündeki mayayı görelim yaratılıştan soylu musun yoksa soylu ataların yozlaşmış bir çocuğu mu?
. . .
Israr etmiyorum, yardımın eksik olsun, işine bak sen. İlerde gönlünden kopsa bile yardımını kabul etmem artık. Ben gömmeye gidiyorum ağabeyimi. bu uğurda ölsem ne gam? Yan yana yatarız kardeşimle iki sevgili gibi, suçsa kutsal bir suç benim ki. Şu kısacık yaşamda dirilere yaranmaya değer mi? Öte yandan sonrasızlık bekler beni Ölmüşlerime adıyorum sevgimi, sen ama yüz çevirip kutsal yasalardan gönlünce sürdür günlerini.
Antigone
Sophokles
Türkçesi :Güngör Dilmen
OSIP
Allah belasını versin. Açlıktan geberiyorum. Midem bomboş... karnım gur gur ötüp duruyor. Ah bir eve dönsek! Ne yapsam bilmem ki! Piter'den çıkalı iki ay oluyor. Çapkın, yolda elindekini, avucundakini yedi, bitirdi. Şimdi de süt dökmüş kedi gibi düşünüyor. Bol bol yol paramız vardı. Ama kendisini nasıl gösterecek? (Taklit ederek) "Hey! Osip, git, bir oda tut, en güzel odayı tut. En iyi tarafından yemek ısmarla. Ben, öyle olur olmaz yemekleri yemem. Bana yemeğin en iyisi gerek." Önemli bir adam olsa ne ise, küçük bir kayıt memuru! Önüne gelenle dost olur, sonra da başlar kumar oynamaya. İşte sonu böyle oluyor. Off... bıktım bu yaşamdan. Vallahi, köy daha rahattı. Orada kent yaşamı yoktur ama üzüntüsü de azdır... Bir kadın alırsın, ondan sonra ömrün boyunca keka, ye böreği, yat aşağı. Elbet doğrusunu söylemek gerekirse, Piter'de yaşamak çok güzel. Yalnız, iş parada... para olduktan sonra, günler daha ince, daha politikalı geçer. Tilaturalar, dans eden köpekler, hepsi önünde... ne istersen var. Herkes ince, nazik konuşur. Daha nazik konuşanlar var, ama onlar soylular. Bir pazara gidersin. Satıcılar bağırır: "Buyurun, bayım!" Diyelim salda giderken bir memurun yanında bile oturursun. Kibarlık görmek istiyorsan bir mağazaya git. Orada emeklinin biri sana askerlikten açar. Gökyüzündeki yıldızların neye yaradığını, ne olduklarını anlatır. Onları sanki avucunun içi gibi öğrenirsin. Bazen yaşlı bir subay karısı düşer... bazen de bir hizmetçi girer, ama bir içim su... öf... öf... öf! (Güler, başını sallar.) Hey canına yandığımın... ne muameledir o! Hiç kaba bir sözcük işitilmez. Herkes sana, siz der. Yürümekten mi bıktın, atla bir arabaya, bey gibi kurul. Parasını vermek istemiyorsan, onun da kolayı bulunur: Her evin iki kapısı vardır. Birinden girer, ötekinden çıkarsın. Şeytan bile bulamaz seni. Yalnız, bu yaşamın kötü bir yanı var: Kimi zaman karnını güzelce doyurursun, kimi zaman da, işte bugünkü gibi açlıktan geberirsin. Ama bütün suç onda. Halimiz duman, başımız dertte yahu! Babası para gönderiyor. İnsan biraz tutumlu olur, değil mi? Nerede... başlar hovardalığa. Arabadan aşağı inmez, her gün tilatura için bilet al, bir hafta sonra ne görürsün? Yeni frağını bitpazarına satmaya yolluyor! Gömleğine varıncaya kadar sattığı oldu. Üstünde bir ceketi, bir de kaputu kaldı. Vallahi böyle. Kumaşı da ne güzeldi ama! İngiliz. Bir frak 150 rubleye mal olur, ama bitpazarına götürdün mü, vere vere 20 ruble verirler. Hele pantolon, yok pahasına gider. Bu duruma düşmesinin nedeni de ne? Aklı havada, ondan! İşine gücüne gideceğine piyasaya çıkıyor, kumar oynuyor. Ah, beyefendi bunu bir öğrenirse, vallahi, memurmuş, falanmış dinlemez, pantolonunu indirir, basar sopayı, bizimki de dört gün rahat oturamaz. İnsan memursa, memurluğunu bilmeli. İşte, şimdi de, otelci: "Birikmiş borçlarınızı ödemezseniz, artık yemek vermem." dedi. Peki, parayı veremezsek ne olacak? (İç çeker.) Ah Yarabbi, bir kaşık çorba olsa. Vallahi bana öyle geliyor ki, şimdi bütün dünyayı yiyebilirim. Kapıyı vuruyorlar... O olmalı. (Yataktan fırlar.)
Müfettiş
Nikolay V. Gogol
Melih Cevdet Anday - Erol Güney
BIFF
Okulda altı yedi yıl geçirdim; tek, içimde bir heves uyansın diye. Acentelerde katiplik, seyyar satıcılık, nasıl olursa olsun bir iş bence iyi idi. Oysa öyle yaşamak, yaşamak değilmiş. Sıcak yaz sabahları yer altı trenlerine tıkılmak, ömrün olduğu kadar senet kaydetmek, telefona cevap vermek ya da alıp satmak. Açık havaya çıkıp gömleğini atarak oturmak dururken yılın elli haftasını, iki haftalık tatil uğruna, işkence ile geçirmek. Yanındaki arkadaşlarının bir üstüne geçmekten başka bir şey düşünmemek: İşte, geleceğini güvence altına almak böyle yapmakla oluyor. (Heyecanı artmaktadır.) Savaştan önce evden ayrılalı beri yirmi otuz iş değiştirdim. Hepi, hepsi de sonunda aynı çıkıyor. Bunun farkına ancak son zamanlarda vardım. Nebraska'da sürücülük ettiğim sırada, ondan önce Arizona'da, son kez de Teksas'da. Bu kez onun için eve geldim; galiba bunun farkına vardım da geldim. Son çalıştığım çiftlik var ya, şimdi orda bahardır. On beş kadar tayları olacaktı. Biliyor musun, anasıyla yavru tay kadar iç açan, göze hoş görünen manzara azdır. Hem şimdi oralar ılıktır da. Teksas şimdi ılıktır, bahar içindedir. Benim bulunduğum yerde de ne zaman bahar olsa içimden doğru bir şey depreşir. "Bir baltaya sap olamıyorum," derim; "Ben ne halt ediyorum, haftada yirmi sekiz dolarla yetinip atlarla vaktimi öldürüyorum. Otuz dördüne geldim, kişi ev bark edinmeli vakitken." İşte, öyle zamanlarda koşup eve geliyorum. Ama şimdi buradayım ya, ne yapıp edeceğimi kestiremiyorum. (Biraz durduktan sonra.) Eskiden beri yaşamımı boşa harcamamak baş düşüncemdi. Ama buraya her dönüşte yaşamımı boşa harcamaktan başka bir şey yapmadığımı anlıyorum.
Oyunun Adı: Satıcının Ölümü
Yazan: Arthur Miller
Çeviren: Orhan Burian
SONYA
Ne yapabiliriz? Yaşamak gerek! (Bir sessizlik) Yaşayacağız Vanya Dayı. Çok uzun günlet, boğucu akşamlar geçireceğiz. Alınyazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanacağız. Bugün de, yaşlılığımızda da, dinlenmek bilmeden, başkaları için çalışıp didineceğiz. Ecel saati gelip çatınca da uysalca öleceğiz ve orada, mezarın ötesinde, çok acı çektik, gözyaşı döktük, çok acı şeyler yaşadık diyeceğiz... Ve Tanrı acıyacak bize ve biz seninle, canım dayıcığım, parlak, güzel, sevimli bir hayata kavuşacağız ve buradaki mutsuzluklarımıza sevecenlikle, hoşgörüyle gülümseyeceğiz ve dinleneceğiz... İnanıyorum buna dayıcığım, bütün kalbimle, tutkuyla inanıyorum... (Voynitski'nin önünde diz çöker ve başını onun avuçlarına koyar. Yorgun bir sesle tekrar eder.) Dinleneceğiz! Dinleneceğiz! Melekleri dinleyeceğiz, elmaslar gibi yıldızlarla kaplı gökleri göreceğiz. Dünyanın tüm kötülüklerinin, tüm acılarımızın, dünyayı baştan başa kaplayacak olan merhametin önünde silinip gittiğini göreceğiz ve hayatımız bir okşayış gibi dingin, yumuşak, tatlı olacak. İnanıyorum, inanıyorum buna. (Dayısının gözyaşlarını mendiliyle kurular.) Zavallı, zavallı Vanya Dayı, ağlıyorsun... (Gözyaşları arasından) Hayatında mutluluğu tadamadın, ama bekle Vanya Dayı, bekle... Dinleneceğiz.... (Kucaklar onu.) Dinleneceğiz! Dinleneceğiz!
Vanya Dayı
Anton Çehov
Ataol Behramoğlu
JACQUES
Ne yapayım efendim, dalkavuklara tahammülüm yok. Bakıyorum bütün yaptıkları, durmadan ekmeği, şarabı, odunu, tuzu muzu yoklaması; hep size yaranmak, gözünüze girmek için. Fena içerliyorum buna; hem bir duysanız neler söylüyorlar sizin için Allah'ın günü; ona da üzülüyorum. Neden derseniz, acıyorum size; istemeye istemeye acıyorum. Ne de olsa, atlarımdan sonra en sevdiğim sizsiniz.
Kim olduklarını söylesem kızarsınız, kızarsınız.küplere binersiniz.
Madem istiyorsunuz, söyleyeyim: Dört bir yandan düpedüz alay ediyorlar sizinle. Demedikleri kalmıyor sizin için. Millet siline dolamış, tefe koymuş sizi; ver yansın ediyorlar. Neler, neler anlatmıyorlar cimriliğiniz üstüne. Kimi diyor ki, siz özel takvimler bastırıp perhiz, oruç günlerini iki misline çıkarıyormuşsunuz; evinizde az yemek yensin diye. Kimi de diyor ki , bayram seyran günlerinde punduna getirip uşaklarınızla bir kavga çıkarıyormuşsunuz, kimseye beş para vermemek için. Güya komşunun kedisini bir koyun eti artığınızı yedi diye mahkemeye vermişsiniz. Bir gece de sizi kendi atlarınızın yulafını çalarken yakalamışlar; benden önceki arabacınız sizi karanlıkta bir temiz pataklamış, siz de sineye çekmişsiniz. Daha söyleyeyim mi? Nereye gitsek ağız dolusu veriştiriyorlar size. Dünya alemin maskarası olmuşsunuz. Nerede adınız geçse cimri, pinti, mendebur,tefeci, moruk diyorlar.
( Harpagon, bastonuyla Jaques'i dövmeye başlar)
Nasılmış! Ben demedim mi size? İnanmıyordunuz bana. Doğruyu söyleyince kızarsını demedim mi ben size?
CİMRİ
Moliere
Türkçesi : Sabahattin EYÜBOĞLU
TOM
Evet, dağarcığımda bazı numaralarım var, elbisemin kolu içinde de bazı şeyler saklarım. Fakat, bir sahne sihirbazının tam zıddıyım ben. O, sizin gözünüzü öyle bir boyar ki, siz de bunu gerçek sanırsınız. Oysa ben size hayalle bezenmiş gerçeği sunarım.
En önce zamanı tersine, şu tuhaf, olağandışı 1930'lu döneme çeviririm, o koskoca Amerikan orta sınıfı, sanki körler için bir okulda eğitiliyordu. Onları ya kendi gözleri terk etmişti, ya da kendileri gözlerinden yararlanmasını bilmiyorlardı ki, parmaklarını çökmekte olan bir ekonominin Braille Alfabesindeki harflerine sıkı sıkı bastırıp duruyorlardı.
İspanya'da devrim vardı. Burada ise sadece bağrışmalar ve şaşkınlık hüküm sürüyordu. İspanya'da Guernica vardı. Burada ise, diğer zamanlardaki sessiz ve sakin şehirlerde, Chicago, Saint Louis ve Cleveland'da, çoğunlukla kanlı geçen işçi ayaklanmaları... İste oyunumuzun sosyal geri planı budur.
Oyun, anılar üzerinedir. Bu yüzden de, loş, duygusal ve gerçek dışıdır. Anılarda her şey sanki müzikseldir. Bu da, kulislerden gelen keman seslerini açıklar. Ben oyunun sunucusuyum, hem de bir oyuncusu. Diğer karakterler, annem Amanda, kız kardeşim Laura ve son sahnede ortaya çıkan kardeşimin muhtemel kısmeti olan centilmen. Bu genç adam, oyundaki en gerçekçi karakter, bizlerin her nasılsa koptuğu gerçek dünyadan içimize giren çirkin niyetli kişi. Bir şair olarak benim simgelere karşı bir zaafım olduğundan, bu karakteri de bir simge gibi kullanıyorum; çok geç kalan ve bizim hayatta peşinden koştuğumuz beklentilerimizi simgeler o.
Oyunda bir de beşinci karakter var; kendisi şöminenin üzerinde asılı olan ve gerçeğinden daha büyük bu fotoğrafının dışında, oyunda asla görünmez. Bizi yıllar önce terk eden babamızdır bu kişi. Telefoncuydu, ama uzak diyarlara aşıktı, çalıştığı telefon firmasından ayrılıp, ışık delisi bu şehirden sıvışıp gitti...
Ondan aldığımız en son haber, Meksika'nın Pasifik kıyılarında Mazatlan'dan gönderilen adressiz bir kartpostaldı ve üzerinde sadece iki kelime yazılıydı, "Merhaba... Hoşça kalın!"
Sanırım oyunun geriye kalanı kolayca anlaşılabilir.
Sırça Hayvan Koleksiyonu
Tennessee Williams
Türkçesi : Aytuğ İzat
ZERBINETTE
Adı Oronte.Or.ron.ronte.hayır, Ge. Geronte.Evet Geronte, tamam; işte başımın belası; buldum; işte sözünü ettiğim nekesin adı.Ne diyordum? Ha, bizimkiler de tuttular, bugün buradan başka yere gitmeye kalktılar. Bi'şey değil, aşığım parasızlık yüzünden, beni elinden kaçıracak, ne yapsın bu parayı, babasından çekmek için uşağının dalaveresine başvurmaktan başka çare bulamadı. Bakın, uşağın adını iyi biliyorum, adı Scapin. Yaman adam doğrusu, ne türlü övülse hakkıdır. Enayiyi avlamak için bakın ne dolap çeviriyor. Hah, hah, hay!...Düşündükçe güleceğim geliyor, hah, hah, hah, hay!... Gidiyor, pintiyi buluyor,hah, hah, hah!...Diyor ki, oğluyla berber rıhtımda dolaşırlarken , hah, hah, hay!..Bir Türk kadırgası görmüşlermiş de, kalyondan bunları içeriye çağırmışlarmış. Sözüm ona, gene bir Türk bunları ağırlamış, aman Tanrım! Tam yiyip içerlerken gemi açılıvermiş. Türk, Scapin'i tek başına bir kayığa bindirip kıyıya göndermiş. Sözde demiş ki babasına söyle, hemen beş yüz altın yollamazsa , oğlunu Cezair'e götüreceğim. Hah, hah, hay! Almış bizim hasisi, bizim mendeburu bir telaş. Bi yandan da, ne olsa oğlu ya, merhemeti bırakmazmış; ama beş yüz altının lakırdısı da evlat acısı gibi içine işlermiş. Hah, hah, hay! Bi yandan parayı gözden çıkaramamış, bi yandan da, içinin acısıyla oğlunu kurtarmak için, bin bir çeşit, gülünç çareler bulurmuş. Hah, hay! Bi aralık kadırganın arkasından denize kanun gönderecek olmuş. Hah, hah, hay! Parayı vermeye bi türlü yanaşmazmış da, git dermiş, uşağına, ben bu parayı denkleştirinceye kadar oğlumu bıraksınlar, yerine seni alıkoysunlar. Hah, hah, hay!...Bi aralık da beş yüz altın yerine, beş para bile etmeyecek üç beş kat eski giysisinden vazgeçmeye kalkmış. Hah, hah, hay!... Uşak, bütün bu tekliflerin akıl karı olmadığını kendisine anlatmış.O, yine, her sözün başında, acı, acı: '' Ama, ne halt etmeye gitti şu kadırgaya, ah kör olası kadırga, ah insafsız Türk! ''der dururmuş. Neyse, bi hayli düşündükten, bi hayli ahlayıp ofladıktan sonra.Ama, sanırım, boşuna anlatıyorum. Hiç gülmüyorsunuz. Efendim?
SCAPIN'İN DOLAPLARI
MOLIERE
Türkçesi : Orhan VELİ KANIK
JAN
Sizin ahmak olduğunuzu söylemişlerdi. ( Bu söz çok gücenmelerine yol açar).
Bunların güzel sözlerine, merhametlerine güvenilmez demişlerdi. Hayatımı bağışlayacağınıza söz verdiniz. Yalanmış. ( Öfkeli mırıltılar ) Yaşamak nedir sizce? Donup taş kesilmek mi sadece? Ne kuru ekmek bulunca gam yerim, ne de duru su içmek derttir benim için. Ama gök kubbenin şavkından, o güzelim kırların çayırından çimeninden yoksun bırakmak beni. Dağda bayırda askerlerle at koşturmayayım diye ayağıma pranga vurmak.Bana hayasız, nemli karanlığı koklatmak, sizin kötülüğünüz, sizin sersemliğiniz beni Tanrıdan bile soğuturken, gönlümü gene onun sevgisiyle dolduracak her şeyi almak elimden,
Cehennem odundan da beterdir. Savaş atımdan vazgeçebilirim. Etekle dolaşsam da olur. Sancaklar borazanlar, askerler yanı başımdan geçip gitse de öbür kadınlar gibi geride bırakılmayı nefsime yedirebilirim. Yeter ki rüzgarda ağaçların hışırtısını, güneşte öten çayır kuşunu, köyümün sağlıklı ayazında meleyen kuzuları işitebileyim. Akşam çanları bana melek seslerini getirsin gene. Bunlar olmadan yaşayamam. Bunları benden ya da herhengi bir kuldan almaya kalktığınız için siz, biliyorum şeytanın emrindesiniz. Oysa bana yol gösteren, Tanrıdır.
Bernard SHAW
EDMUND
Ey tabiat! Benim tanrım sensin! Ben senin kanunlarına kul köleyim. Kardeşimden on, on beş ay sonra dünyaya geldim diye niçin o baş belası göreneklerin zulmüne uğrayayım? Toplumların o titizliği beni niçin haklarımdan mahrum bıraksın? Piçmişim, alçağı, sefilin biriymişim, neden? Benim de namuslu, şerefli bir kadının evladı kadar hatlarım düzgün, ruhum asil değil mi? Bedenim babamın kalıbını taşımıyor mu? Öyleyse niçin piçlik, alçaklık damgası vuruluyor bize? Biz tabiatın gizli şehvet anlarında vücut bulurken, evliliğin soğuk, yavan ve bıkkın döşeğinde, uyku ile uyanıklık arasında vücut bulan o ahmaklar sürüsünden daha özlü, daha dinç, daha ateşli unsurlarla yoğrulmadık mı? Ee... meşru kardeşim Edgar, mirasın benim olacak! Babamız, piç Edmund'u meşru oğlu Edgar kadar seviyor. "Meşru oğlu!" Ne de güzel söz!... Hele şu mektup istediğim tesiri yapsın, hele yalanım muvaffak olsun, piç Edmund meşru Edgar'ı nasıl alt edermiş, o zaman görürüz. Büyüyorum artık... Yükseliyorum. Hadi tanrılar, koruyun piçleri!
Kral Lear
William Shakespeare
Türkçesi: İrfan Şahinbaş
OYUNCU
Selam size, küçük adanın garip sakinleri, susun da beni dinleyin. O bomboş hükümet bültenlerini ezberleyip kafalarının çocukça saflığını koruyan siz erkekler, kulak verin bana. Süslenip püflenerek erkeklerin aklını çelen ama kendi aklından geçenleri açığa vurmayan, erkekleri güçlü efendiler olduklarına inandırıp, içinizden, ne kafasız çocuklar olduklarını iyi biliriz, diyen siz kadınlar, sözlerimi yabana atmayın. Şu şahin başıma bakın da Rab olduğumu anlayın, bir zamanlar Mısır'ın güçlü tanrısı Rab. Huzurumda ne diz çökebilir, ne de secdeye varabilirsiniz. Orada, tıkış sıralarda kımıldamanız bile zor. Birbirinizin önünü kapatmaktan başka bir şey gelmez elinizden. Zaten herhangi bir harekete geçebilmeniz için başkalarının öncülük etmesi gerekir. Herkesin yapmadığı şeyi yapmak, işte bunu asla göze alamazsınız. Sizden bana tapmanızı değil, sesinizi kısmanızı istiyorum. Ne erkekleriniz konuşsun, ne de kadınlarınız öksürsün. Çünkü sizi iki bin yıl öncesine çağırmaya geldim. Sizden önce kimler geldi, kimler geçti. Güneşin doğup battığını, ayın biçimden biçime girdiğini sizden başka budalalar da gördü. Siz de onlar gibisiniz, ama onlar kadar büyük değilsiniz. Halkımın yaptığı piramitler bugün hala ayakta duruyor. Oysa sizin köleler gibi yığdığınız, adına da imparatorluk dediğiniz toprak yığınları, üstlerine kendi oğullarınızın toz toprak olan cesetlerini de katsanız, rüzgarla dört bir yana savruluyor.
Dinleyin beni, ite kaka okutulanlar. Nasıl bir eski bir de yeni İngiltere varsa, siz nasıl ikisi arasında bocalayıp duruyorsanız, bana tapıldığı günlerde bir eski bir de yeni Roma vardı. Bir de ikisi arasında bocalayan adamlar. Eski Roma yoksul, küçük, açgözlü, yırtıcı ve belalıydı. Gel gelelim aklı kıt, işi kolay olduğu için ne istediğini bilir, kendi işini kendi görürdü. Tanrılar acıdı Roma'ya, elinden tuttular, güçlendirdiler, korudular. Çünkü tanrılar küçüklere sabır gösterirler. Ama eski Roma tanrıların bu lütfundan şımardı. Şu bizim küçüklüğümüzde iş yok, dedi. Bu gidişle ne zengin, ne de büyük Roma oluruz. Büyümek, zenginleşmek mi istiyorsun? Yoksulları soyup soğana çevireceksin, zayıfları geberteceksin. Böylece kendi yoksullarını soyup bu zanaatta ustalaşırlar. Bu soygunculuğu kitabına uydurmasını da öğrendiler. Kendi yoksullarının cıcığını çıkarınca sıra başka ülkelerin yoksullarına geldi. O ülkeleri de Roma'ya katıverince yeni Roma doğdu. Kocaman, varlıklı, görkemli. Ben Ra, için için gülüyordum. Romalıların sömürgeleri bütün dünyaya yayılmış, ama kafaları eskisi gibi ufacık kalmıştı...
Romalılar eski Roma ile yenisi arasında kalakalmışken içlerinden büyük bir asker çıktı, büyük Pompeius. Pompeius yalnızca askerlerin büyük adam sayıldığı eski Roma'yı benimsedi. Tanrılarsa, akıllı bir adamın istediği yere gelebileceği yeni Roma'yı tuttular. Pompeins'a arkadaşı Julius Sezar tanrılardan yanaydı. Çünkü Roma 'nın, eski küçük Romalıların başa çıkamayacağı kadar ge1iştiğini fark etmişti. Bu Sezar yaman hatip, yaman politikacıydı. Adamları dil dökerek ve altın saçarak salın alırdı. Tıpkı sizin şimdi satın alındığınız gibi. Ama sözlerle ve altınlarla yetinmeyip savaşlarda ün salmaya da özendiklerinde Sezar artık orta yaşlıydı. Gel gelelim o işe de bulaştı. Kendi refahları için didinirken Sezar'a karşı çıkanlar, kan döken bir fatih olunca karşısında eğildiler. Siz ölümlüler böylesiniz işte, huyunuz kurusun.
...
Sezar ile Kleopatra
Bernard Shaw
Türkçesi : Sevgi Sanlı
HAMLET
Şuraya, şu resme bak, bir de şuna!
İki kardeşin resimleri bunlar.
Şu alımlı, görkemli yüze bak bir,
Hiperion'un saçlarını, Zeus'un alnını gör!
Mars'ın gözleri bu gözler, kükrerken savaşta;
Çevik Hermes, haberci, böyle dururdu
Göklere yakın bir tepenin başında.
Her tanrı kendinden bir şey katmış ona sanki,
Bir insan örneği verir gibi dünyamıza.
Bu insan senin kocandı. Şimdi ötekine bak,
Bu da şimdilik kocan. Bozuk bir kara tohum gibi,
Kardeşinin ak sağlığını kemirip çökertmiş.
Gözlerin yok mu senin? Nasıl inebilirsin
O yüce dağ başından bu bataklığa?
Kör müsün sen? Aşk diyemezsin buna;
Senin yaşında çocuk değildir insanın kanı,
Durgunlaşır, akla uydurur aşkını.
Ama hangi akıl onu bırakır da bunu alır?
Duyuların var elbette, yoksa canın olmazdı,
Ama körleşmiş anlaşılan duyuların.
Çılgınlık bile bu kadar şaşırtmaz insanı,
Bu kadar bozmaz duyuları; ayırt ettirir
Birbirinden bu kadar uzak iki insanı.
Hangi şeytan bir körebeye çevirdi seni?
Gözler ellersiz, eller gözlersiz,
Görmeden, dokunmadan, yalnız kulak,
Yalnız koku alma duyusu, tek başına,
Gerçek bir duyunun sakat bir parçası bile
Aldanamaz bu kadar sersemce.
Ay utanç, yüzün kızarmaz mı oldu senin?
Ey cehennemin Tanrıya baş kaldıran şeytanı,
Bir yaşlı kadının kuru damarlarını
Böylesine azdırıp tutuşturabiliyorsan,
Bırakalım erdem, namus bal mumuna dönsün
Coşkun gençliğin elinde, erisin ateşinde!
Kimse ayıplamasın kudurup şahlanan tutkuları,
Madem buzlar bile tutuşuyor böylesine,
Madem akıl pezevenklik ediyor arzuya.
HAMLET
William Shakespeare
Türkçesi : Sabahattin EYÜBOĞLU
HAMLET
Tam sırası bu işin, duaya dalmışken tam,
Farz et, görüverdim işini, uçtu, gitti uçmaya,
Öcüm de alınmış oldu. İyi de, düşünmek lazım iy'ce ;
Bir habis katlediyor babamı, bunun üzerine ben de,
O babanın tek oğlu, gönderiyorum o habisin canını
Cennete.
Böyle öç mü olurmuş; bu, izzet-ikram!
Babamı fena kıstırdıydı zevk-ü sefa içinde,
Günahları baharın kabak çiçekleri gibi açmış
Şimdi hesabı, vebali de onu Münkir-Nekir bilir,
Ama şu halimizle akıl erdirebildiğimiz kadar,
Cehennem azabı çekme de.Ya bu, tam tövbe-i istiğfara,
Öbür dünyaya göçe, tatile çıkarcasına hazır,
Şu ara onun canını almakla öç mü almış olacağım?
Ne münasebet!
Kınına gir kılıcım, değil böyle, meş'um bir fırsat bekle,
Sızıp kalmışken işretten veya gazaba gelmişken,
Veya fücur yatağında sefih, aşk üzerindeyken!
Yahut söve saya kumar oynarken, yahut bağışlanmaz
Ve tekrarı akla zarar bir halt karıştırırken,
Ser onu yere, döve döve yeri, göğü tabanları
Ruhu öyle bir diyara yollansın ki, cehennem
Cennet sayılır onun yanında. Annem bekliyor beni.
Bu, bir ilaçsa canını kurtaran, marazınla sürünesin diye!
HAMLET
William Shakespeare
Türkçesi :Can YÜCEL
HAMLET
Ah, bu katı, kaskatı beden bir dağılsa,
Eriyip gitse bir çiy tanesinde sabahın!
Ya da Tanrı yasak etmemiş olsa
Kendi kendini öldürmesini insanın!
Tanrım, Ulu Tanrım, Ne bunaltıcı, ne berbat,
Ne tatsız, ne boş geliyor bu dünya bana!
Ah ne iğrenç, ne iğrenç1 Bakımsız bir bahçe ki
Azgın bitkileri tohuma kaçmış,
Pis, kaba ne varsa tabiatta, sarmış içini.
Bu muydu olacak iki ay sonra ölümünden?
O kadar bile değil, iki ay bile olmadı.
O yüce kralı bir düşün, bir de buna bak:
Biri güneş tanrısı, öteki bir orman şeytanı!
Nasıl da severdi annemi?
Esen yellerden sakınırdı yüzünü.
Yerler, gökler; unutsam olmaz mı bunları?
O da nasıl da düşerdi babamın üstüne?
Sevgiyle beslendikçe artar gibiydi sevgisi.
Öyleyken bir ay içinde.Düşünmesem daha iyi.
Kadın zaaf demekmiş meğer ! Kısacık bir ay.
Daha eskimedi o gün giydiği pabuçlar
Babamın tabutu ardında yürürken,
Niobe gibi, iki gözü iki çeşme.
Nasıl olur, o kadın, evet aynı kadın
Tanrım beyinsiz bir hayvan bile
Daha fazla acı çekerdi, amcamla evleniyor;
Babamın kardeşiyle; öylede bir kardeş ki
Ben Herakles'e ne kadar benzemesem
O da o kadar benzemiyor babama.
Bir ay içinde.Yalancı gözyaşlarının tuzu
Daha yakarken kızarmış gözlerini
Evleniyor bu adamla. Ne kıyasıya bir acele bu!
Ne azgın bir atılış, haram döşeğine!
İyi değil iyilik de çıkamaz bundan.
Ama boğ kendini yüreğim; dilimi tutmam gerek!
HAMLET
William Shakespeare
Türkçesi : Bülent BOZKURT
HAMLET
Ey göklerde yaşayanlar! Ey dünya! Daha ne olsun?
Cehennem önüme mi gelsin? Ne yüz karası şey bu?
Tut kendini yüreğim, tut kendini!
Ve siz, ey sinirlerim, gevşemeyin birden;
Gerilin, destek olun bana!
Beni unutma mı dedin? Hayır, zavallı ruh,
Şu çılgın kafa durdukça çıkmayacaksın içinden,
Seni unutmak ha? Aklımın kara tahtasından
Silerim de bütün boş anıları,
Bütün kitaplarda yazılan, çizilenleri,
Gençliğimden, öğrenciliğimden kalanları.
Yalnız senin buyruğun kalır.
Beynimin defterinde, yapraklarında,
Ivır zıvır bütün bildiklerimin üstünde.
Evet, yemin Allahıma, o kalır yalnız.
Ey çürümüş yürekli kadın!
Yılan, yılan, yüze gülen zehirli yılan!
Yaz aklım, yaz defterine, yaz şunu:
Güler yüzlü, hep güler yüzlü bir insan
Zehirli bir yılan da olabilir.
Danimarka'da olabilir hiç değilse, inan buna.
Ya! Demek böyle, amca, sen buymuşsun demek!
Öyleyse benim parolam da şu bundan böyle:
Tanrı seninle olsun, unutma beni!
Yemin ettim, unutmam.
Hamlet
William Shakespeare
Türkçesi: Sabahattin Eyuboğlu
HAMLET
Var olmak mı, yok olmak mı, bütün sorun bu!
Düşüncemizin katlanması mı güzel,
Zalim kaderin yumruklarına, oklarına,
Yoksa diretip bela denizlerine kaşı
Dur, yeter! demesi mi?
Ölmek, uyumak sadece! Düşünün ki uyumakla yalnız
Bitebilir bütün acıları yüreğin,
Çektiği bütün kahırlar insanoğlunun.
Uyumak, ama düş görebilirsin uykuda, o kötü!
Çünkü o ölüm uykularında,
Sıyrıldığımız zaman yaşamak kaygısından,
Ne düşler görebilir insan, düşünmeli bunu.
Bu düşüncedir uzun yaşamayı cehennem eden.
Kim dayanabilir zamanın kırbacına?
Zorbanın kahrına, gururunun çiğnenmesine,
Sevgisinin kepaze edilmesine,
Kanunların bu kadar yavaş
Yüzsüzlüğün bu kadar çabuk yürümesine,
Kötülere kul olmasına iyi insanın
Bir bıçak saplayıp göğsüne kurtulmak varken?
Kim ister bütün bunlara katlanmak
Ağır bir hayatın altından inleyip terlemek,
Ölümden sonraki bir şeyden korkmasa,
O kimsenin gidip de dönmediği bilinmez dünya
Ürkütmese yüreğini?
Bilmediğimiz belalara atılmaktansa
Çektiklerine razı etmese insanı?
Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:
Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor
Yürekten gelenin doğal rengini.
Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar
Yollarını değiştirip bu yüzden,
Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.
Ama sus, bak, güzel Ophelia geliyor.
Peri kızı dualarında unutma beni,
Ve bütün günahlarımı.
Oyunun Adı: Hamlet
Yazan: William Shakespeare
Çeviren: Sabahattin Eyuboğlu
HAMLET
Verdiğim parçayı, ne olur, dediğim gibi, rahat, özentisiz söyle. Çünkü birçok oyuncular gibi söz parlatmaya kalkacaksan, mısralarımı şehrin tellalına okuturum daha iyi. Elini kolunu da havalara savurma öyle; ölçüsünde, tadında bırak her şeyi. Duyduğun coşkunluk bir sel, bir fırtına, bir kasırga gibi de olsa, onu dindirecek bir hava bulmalı, buldurmalısın. Doğrusu, yürekler acısı geliyor bana gürbüz bir delikanlının, takma saçlar sakallar içinde, bir acıyı yüreğini paralarca, didik didik ederce bağırıp halkın kulaklarını yırtması; o halk ki çoğu kez anlaşılmaz, dilsiz oyunları, gürültü gümbürtüyü sever. Bir oyuncu Termagant'ın kendisinden daha yaygaracı, Nemrut'tan daha nemrut oldu mu, hak ettiği şey kırbaçtır bence. Bu hallere düşme, rica ederim.
Fazla durgun da olma; aklını kullanıp ölçüyü bul. Yaptığın söylediğini tutsun, söylediğin yaptığını. En başta gözeteceğimiz şey, yaradılışa, tabiata aykırı olmamak. Çünkü bunda sapıttık mı tiyatronun amacından ayrılmış oluruz. Doğduğu gün de, bugün de tiyatronun asıl amacı nedir? Dünyaya bir ayna tutmak, iyilerin iyiliklerini, kötülerin kötülüklerini göstermek, çağımızın ne olup ne olmadığını ortaya koymak. Gerçeği büyütmek ya da küçültmekle bilgisizleri güldürebilirsiniz, ama bu bilenleri üzer; oysa bir tek bilgili dost, bilgisiz bütün bir kalabalıktan daha önemli olmalı sizin için.
Ah ben öyle oyuncular gördüm ki sahnede, öyle beğenilen, alkışlanan oyuncular gördüm ki, günaha girmeyeyim ama, değil Hıristiyan, değil Müslüman, insan bile değillerdi. Öylesine şişirme, uydurma hallere giriyorlardı ki, dedim bunları tabiatın kaba işçileri yaratmış olmalı, insan yapıyorum derken insanlığın berbat bir kopyasını yapmışlar.
Az çok değil, iyice yenmeli bunu. Sakın söyleyeceklerinden fazlasını söyletmeyin soytarılarınıza. Öylelerini gördüm ki, kendi başlarına gülmeye ve seyircilerin en anlayışsızlarını güldürmeye kalkıyorlar. Hem de oyunun anlayış isteyen en can alıcı yerinde. Kötü bir şey bu; acıklı bir budalalık bu yoldan tutunmaya çalışmak. Haydi, gidin hazırlanın.
Oyunun Adı: Hamlet
Yazan: William Shakespeare
Çeviren: Sabahattin Eyuboğlu